28 Aralık 2011 Çarşamba

Yeni yıl..

Şurda bir iki gün kaldı yeni yıla girmemize,
azcık daha yaş almamıza.
Evde minicik bir kardanadamımız var, renk değiştiren.
Tüm yılbaşı heyecanımız ondan ve cama yapıştırdığımız süslerden ibaret.

Şimdiye kadar yılbaşı hissiyatından bilinçli olarak uzak kalmaya çalıştık galiba.
İşte, işi mantığa vurup kapitalist sistemin ayakları bunlar dedik..
Uçan geyik mi olurmuş dedik..

Ama belki busefer biraz eğlenceye ayak uydurmak lazım.
Yılbaşı hissiyatını evimize barkımıza çekmemiz lazım.
Süslü kükületalar alıp, eğlenmek için ortam yaratmamız lazım belkide..














Aklıma Murathan Mungan'ın şiiri geliyor hep böle yılsonlarında..
'Biterken bir yılın son günleri' die başlayan ve
'biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini '..diye devam eden..

Sağlık, huzur, mutluluk diliyorum yeni yıldan.
Belki evimize küçük bir misafir.
Daha bir kurulu düzen..
Sevdiklerimizle yaşanacak güzel günler..
Ülkem adına sukunet, huzur, daha az kötü haber..
Daha çok 'iyi ki' ler olsun hayatımızda..
'Keşke'ler kıyıda köşede hapis kalsın..
kötüler yerlerinden hiç çıkmasın..
2012 işte güzel rüzgarıyla gelsin hepimize..

12 Aralık 2011 Pazartesi

Tek Bir Cümle

Sabah servisle işe geliyorum. Kitabım ve müziğim eşliğinde servisi kaçırma stresinin bittiği, uyanmaya çalıştığım, güne kendimi hazırladığım dingin ama mutlu anlar....

Kelime oyunları ve okuduğun zaman seni içine alan cümleler. Bunu ben niye düşünemedim ki dedirten cümleler. Düşünürsün de o kelimeleri bir araya getirip o cümleyi kuramazsın. Okursun da daha okumak istemezsin, o cümleyi bir yerlere not etmek, özümsemek istersin, üzerine bir ton cümle sarfedilebilir... Tam da böyle bir cümle...

...Dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti: UMUT.

Ne güzel bir kelime, umut. İnsanı hayata bağlayan, en zor anları dayanılır kılan, ruhunu, bedenini besleyen, seni varlığıyla sarıp sarmalayan bir kelime. Gerçi Hakan Günday'ın bu cümlesi üzerine ne söylenirse yavan kalıyor...

10 Aralık 2011 Cumartesi

Aşure

Kapım çaldı, eski bir komşum elinde kocaman bir kase aşure ile oracıkta duruyordu..
Gözlerim parladı, bizi de hatırlayıp aşure getirdikleri için.
Eskiden yüzüne bakmazdım aşurenin..
İnsan bazı şeylerin kıymetini sonradan anlıyor..
Aşure komşuluğun tatlısı çünkü.
Kendinize 2 kase yapıp da yiyeyim diyeceğiniz bir şey değil.
Tadı ansızın çalan kapı ziliyle çıkan, dayanışmayı 'komşu seni düşündüm' demenin tatlısı..
Sizlerin de kapınıza aşure getireniniz bol olsun öyleyse...

24 Kasım 2011 Perşembe

Od

Od, İskender Pala'nın Yunus Emre'yi anlatan son romanı.
İnsan ve Allah sevgisinden, hoşgörüden, kul olmakta bahseden
insanı dünyavi meselelerden uzaklaştıran bir kitap..

Yunus'u öğrendim bu kitapta,
yaşadığımız topraklardan kimlerin geçtiği,
ne kötü zamanların yaşandığını..

İskender Pala,
Divan Edebiyatı alanında profösör olması nedeniyle insanın okuduğu cümlelere güven duymasını sağlıyor.
Kurguyla tarihi bilgileri çok güzel harmanlıyor...


23 Kasım 2011 Çarşamba

Memuriyet rehaveti

Aslında uzun süredir memuriyet rehvetine kapılmış gidiyordum. 8:30-17:30 arasında oturman gereken bir masa başında geçiyordu günlerim. Rutin işler, rutin alışlar, rutin verişler... salla başını al maaşını durumları... akşamı iple çek... Anladım ki insan boşluk içinde üretkenliğini yitirmeye başlıyor. Artık buna bir nokta konmalı, ama nasıl diye düşünürken.....

Bugün, bir süredir devam eden toplantıların üçüncüsünü gerçekleştirdik. Ama toplantı sırasında bir soru suratıma soğuk su etkisi yarattı...
"Uygulamayı son olarak nereye götürmeyi hedefliyorsunuz?"


Bu toplantılar hep faydalı olmuştur. Paylaşımlar etkileşimler iyi gelmiştir. Çok şey öğrenmişimdir... ya da aslında pek de birşey bilmediğimizi ya da bildiğimizin aslında hiçbir şey olduğunu koca evrende...

bi anda eski defteleri kurcaladım, aslında hep düşündüğün ama uygulamaya sokamadığım, çeşitli bürokratik sebeplerden dolayı unutulmuş, üstü örtülmüş, engellere rağmen biyerlerde saklı duran hedefler bi anda su yüzüne çıkartıldı, cevap verildi soruya da....



bütün seslerin arasında sadece kendi sesini duyarsın ya... sessizliğin sesi... o sesle başbaşa kaldım bi anda...

Neydi benim hedefim?
Ben kimdim?
Ben nerdeyim?

o anda küçük de olsa bi hedef belirledim kendime ve bu hedefe beni ulaştırabilecek yeni yollar.

Ve ilk adım: Başkanla konuşulacak ve bu karar ona bildirilecek!

bu sefer akşamı değil de toplantının bitmesini iple çektim. Kendime yeni bir amaç edindim. Sanki yeniden doğdum o anda. Misafirlerimizi uğurlar uğurlamaz konuya girdim.
sıkıntılarımı özellikle memuriyet rehavetinin beni içine aldığı ruh halini anlattım başkanıma. Diğer kurumlar bizden rehberlik istiyor, biz de elimizden geleni yapıyoruz. Bilgi paylaştıça büyür nihayetinde. Fakat kendimiz için bişey üretemez olduk. buna bir dur demek istiyorum ben. Taleplerimi ve amaçlarımı, bu ruh halinden kurtulmamı sağlayacak yolları anlatım bir bir.

Tam da beklediğim bir yaklaşımla karşılandım. Öncelikle benim samimi yaklaşımımdan etkilendiğini gösterdi vücut diliyle. (Kimseyi etkilemk değil tabibiki amacımız. Sadece bişeyleri ben yaptım bunda benim de emeğim var diyebilmek..) ve zorlanmaktan keyif adığını belirtti, ardından elimizden geleni yapalım yaklaşımı. tabii bunları söylerken laf olsun diye değil elindeki imkanları ve imkansızlıkları da düşünerek mantık çerçevesinde hayatına, mesleğine, ilişkilerine yol veren, onu tadığım ilk günden beri bana feyz veren, imrendiğim bir başkan haassasiyetiyle bir yaklaşım sergiledi.
Belki pek çok yönden emeklerimizin karşılığını alamıyoruz. Bir çok yönden haksızlığa uğruyoruz. Ama nolursa olsun bize ihtiyacı var ülkemizin. Zaman boşa akıyor. Biz yaşlanıyoruz, bu günler bir daha gelmeyecek,değerlendirmek lazım gençliğimizi, ülkemizin, ailemizin bize yaptığı yatırımları...

Anlayacağınız dopingimi aldım. başladım güne...İnşallah devamını getirebilirim.
Ama bi kıvılcım lazımdı, o kıvılcımı kasım verdi bana. kendimi buldum....

21 Kasım 2011 Pazartesi

Mavi Kuş

Mavi kuşum uçtu geldi dün yanıma..
Bir süpriz ki sormayın,
İnsanın sevdiği bir insanı kapısında görmesi nasıl güzel bir şeydir..
Ona kocaman sarılmak...


Çoğu zaman biraraya gelince konuşalım dediğimiz şeyler unutulur,
Olsun..
Gurbeti bilen, yolların uzunluğunu bilenler anlar beni..
Kocaman bir dost sarılışı ne kıymetlidir..
Dostunu alıp kalbinin içine sokasın gelir,
Hele birken iki olmuş, yeni bir dostla geldiyse daha da ballı kaymak durumudur..

17 Kasım 2011 Perşembe

Sweet November

Blogumuz pek bir boynu bükük kaldı son günlerde. Çok mu yoğunuz da vakit bulamıyoruz, yoksa çok mu boşuz. Komsukaremi bilmem ama ben son günlerde hiç birşey yapmıyorum. Hafta sonu sınavım var meşhur kpds hiç çalışmadık yine.
kendi kendine verilmiş sözler engellerle birlikte, geldi çattı sınav günü. Bir beklentim yok tabii ki bu saatten sonra...

tembellik aldı basını gitti, hiç bir şey yazamıyorum bari fotoğraf ekleyim diye yanımda olan fotoğrafları kurcalarken, sadece blogumuza eklemek için çektiğim bir fotoğraf geçti elime yakın zamanda çekilmiş.

Marmaris'te çektim bu fotoğrafı bizim kızlarla bir akşam sohbeti yaptığımız "hayal bankımız" ...
düşünüyorum da güzel bir akşamdı... Galiba dua kapılarının açık olduğu bir andı. çok geçmeden dileklerim bir bir karsıma geliyor...
Yerinde dileklermiş. Beni gerçekten mutlu edecek dileklermiş....



14 Kasım 2011 Pazartesi

Bir doz dost

Bir doz dost lazım...
Dozaşımı durumlarda..

Behzat ç. vardı dün,
eski dostumla oturup yarenlik etmişim gibi geldi..
Dialoglar ve arkada çalan  Pilli bebek şarkıları aldı götürdü beni..

Keşke kıyıda köşede zor zamanlar için ayırdığım sevdiğim yazarların kitapları olsa..
Elif Şafak, Emrah Serbes, Hakan Günday, Alper Canıgüz, Mehmet Murat Somer..
Dengeden şaştığım durumlarda merkeze çekmek için..
İhtiyaç bana..

18 Ekim 2011 Salı

başlıksız..

Bu yıl sonbahar pas mı dedi, beni geçin direk kışdan devam edelim mi dedi..
Ben nerde ne kaçırdım..
Hani sarı yaprakların üstünde yaprak ezmece oyunu oynıycaktık,
atkılarımızı şallarımızı battaniyeye sarılır gibi değil de bir süre süs amaçlı kullanacaktık..
Romantik fiilimlerdeki sonbahar sahnelerindeki gibi salına salına yürüyecektik..
Küresel ısınma gerçeği ilkbaharı da sonbaharı da katletti galiba..
Buraya kış geldi, eskişehir çok soğukmuş heyhaat..

Dün akşam mutfakta klasik bir annelik anı olarak, mutfakta yemek yapıyor, Efe'ye şimdi git sonra gel muamelesi yapıyordum..
Bir baktım küçücük sesiyle kocaman bir şarkı söylüyor..
Kocaman derken, şarkı çizgifilm kahramanı Peppee'e ait..
İnsan sevdiğini neden üzer ki...
tokat değil de ne ki..

12 Ekim 2011 Çarşamba

Tutumlu olmak ;)

İçi dışı bir olmak...
hep doğru olan gibi öğretildi bize...
ama içini dısarıya tutumlu verenlerden olmayı da öğrenmek gerek galiba...
Ölmeden önce öğrenilmesi gerekenler listemin ilk sıralarında yer alıyor artık
birçok çıkmazı aşmayı kolaylaştırmak için denenmesi gereken bir yöntem belki de...
buraya yazıyorum bunu milat olsun benim hayatımda ;)

6 Ekim 2011 Perşembe

Halil Sezai Paracıkoğlu..

İlk dinlediğim de 'bu ne biçim şarkı' dedim..
Sonrasında, çok sevdiğim blog defdef'de tekrar rastladım onun şarkılarına..
Bu kez, 4/4 lük güllük gülistanlık ruh halimden çıkıp,
kara sulara çekilmiş gibi hissettim kendimi..
İçini söke söke söylüyor sanki..
Gitarın tellerine sıkıştırılmış sigara, yerde duran ince rakı bardağı..
Rakı ve sigarada gözü olmayan beni bile modern arabesk bir ruh haline soktu.
Nedense aklıma ilkokuldan beri çektiğim tüm aşk acıları geldi,
küçük osman misali hayattan yediğim tokatları hatırlayıp ağlamayı düşündüm.
Kısacası ben hala bu şarkıların sihrini idrak edemesem de son zamanlarda bu kadar dinleyici kitlesi edinen,
konserleri full çeken Halil Sezai Paracıkoğlu'nu tüm şaşkınlığımla izlemeye devam ediyorum..
işte burada...

30 Eylül 2011 Cuma

Aklımdaki Kitap

Bu kitaptan bahsetmeden edemeyeceğim. Hakan Günday'ın son kitabı AZ.
Geçen hafta boyunca bana bir saatlik yolculuğumun nasıl geçtiğini hissettirmeyen bu kitabı yeni bitirdim ama AZ-2 var deseler koşa koşa gider alıp bir nefeste okurum herhalde..

Hakan Günday'ı çok da fazla insan okumamıştır sanırım.
Ama her iyi yazar gibi yeni kitabını dört gözle bekleyen kendine özgü okuyucu kitlesi vardır.
Kinyas ve Karya, Zargana, Piç, Malafa, Azil, Ziyan ve son olarak ta AZ..


Argo ve şiddet sever, sürükleyici, kendine özgü dili olan kitaplar bunların hepsi. Yeraltı edebiyatı diyebilceğimiz pek de öyle mutlu mesut şeylerden bahsetmeyen kitaplar bunlar.



AZ'da iki Derda var..İki küçük çocuğun başına gelen olaylar tüylerinizi diken diken etmesine rağmen kitaptan uzaklaşamayacağınız bir nefeste okunacak bir kitap. Öyle ki kitapta her iyi şeyden sonra mutlaka kötü bir olay oluyor.



Kitabı okurken sanki Hakan Günday kitabı kulağıma okuyormuş gibi hissediyorum. Sanki hiç durmadan nefes almadan. Sanki konuşurmuş gibi yazmış. Hiç teklemeden...



Kitabın konusundan pek bahsetmek istemiyorum. Burda özetleyebilceğimden fazla ruh hali barındırıyor çünkü. Her okuyucunun beğenmeyeceği bu kara kitap, benim gibi Hakan Günday'ın tarzını sevenler için bir içimlik su gibi. AZ, son zamanlarda okuduğum en sürükleyici en iyi romanlardan biri çünkü..
AZ'ın bir diğer güzel yanı Oğuz Atay'ı misafir etmesi..
Şiddetle tavsiye edilir..

27 Eylül 2011 Salı

Hayat, hep böyle kal...

Tatilim güzel geçmiş
laylaylom geziyorum
pazartesi bile işe gitmek zor gelmemiş,keyfim yerinde,
kitabım bitmiş, yeni kitabımı secerken bile tatil sonrası güzel ruh halimi daha uzun korumak tek niyetim....

KISACASI MUTLUYUM.....



Sabah işe gelmişim, Komsukaremle iki lafın belini kırmışız, akşamın kritiklerini yapmışız...
Handem gelmiş kahvaltımızı etmişiz birlikte....
İşe güce başlamadan son dakika bir de müneccime bakmışım , alışkanlık da değil ama nedense bugün bi bakasım geldi...

Bugün kalbiniz iş ve aşk için atacak. İş hayatınızda büyük ilerlemeler kaydediyor ve hayranlık topluyorsunuz. Bununla da yetinmek istemiyorsunuz. Gözünüz hep daha yukarılarda. Duygusal bağlamda da parlak günler sizi bekliyor. Kararlarınızı verirken duygularınızın sesine kulak verin. Küçük sürprizler, hediyeler var.

Daha da enerjim yerine geliyor. Bloğumu açıp iki satırda not etmek istiyorum bunları, hep kötü ruh halinden bahsetmeyelim değil mi....



Sonra aklıma geçen gün arkadaşımın rüyası geldi hemen rüya tatbirlerine bakıverdim...
Zaten olumluya yormuştum, kahkahalar içinde görmüş beni. Rüya tabirlerinde olumsuz da yorumlasa umrumda değil olumlu şeyler de yazmış.... Ben sadece bu kısmı alıyorum cebime....

Hiç niyetim yok keyfimi bozmaya....

zeynep

20 Eylül 2011 Salı

Bilenler Bilmeyenlere söylesin..

Bu yazın bir günüydü..
Annemin minik evinde eski kasetçaların altındaki dolapta bizim eski günlerimize ait kasetlerin olduğu yerden onun kasetini aldım..
Turgut Berkes, Karakutu..

Ne kadar az ne kadar çok kişi bilir, dinlemiştir onu..
Ekşisözlüğün söylediğine göre, maddiyat peşinde koşmayan şarkılarını aracısız internet üzerinden dağıtan Turgut Berkes, yaşamını çevirmenlikle kazanıyor ayaklı kütüphane gibi dolaşıp bir çok meziyeti bünyesinde barındırıyordu.
Gözünü sevdiğimin interneti beni Turgut Berkes'in kişisel bloğuna götürdü. Ve orda başka kaliteli işle ortak noktayı buldum. Turgut Berkes bu kez çevirmen kişiliğiyle, sevilen insan İhsan Oktay Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası'nın çevirisini yapıyormuş tam da bu zamanlar..
THE ATLAS OF MISTY CONTINENTS adıyla çevrilen Puslu Kıtalar Atlası nasıl diyim çok sevdiğim kitabı tekrar mı okusam, eve gidip sarılsam mı diye düşünceler geçirtti içimden..
http://turgutberkes.blogspot.com/ adresinden kendi bloğuna ulaşabilir,
Yolunuz düşerse şuradan dinleyip,buradan seyreyliyebilirsiniz..

18 Eylül 2011 Pazar

Tadilattayım :D

Tadiattayım, yenileniyorum....
Yeni fotoğraflarla gelecem, gerçi eskileri de paylaşabilmiş değilim henüz, farkındayım. Ama koca bir kış var önümüzde yaz fotoğraflarına ihtiyacımız olacak...

16 Eylül 2011 Cuma

Elif Şafak-kolik

Malum bu hatunu çok severim, onun kitaplarına söz ettirmem, fahri basın danışmanı gibi ortalıkta dolanıp yerel merkezdeki onla ilgili sorulara cevap veririm. Komşukaremle bu aralar  daha bir çok konuşur olduk onun hakkında.
Ben köy otobüsünde tıngır mıngır giderken bile teknoloji vasıtasıyla kitaplarını tartıştık, İskender'i masaya yatırdık kaldırdık okuduk bitirdik. Aramızdaki kilometrelere inat, beyinlerimizin onun etrafında döndü..
Sonra.. dün eve gittim. Haftasonundan kalma gazeteye göz attım. Gazetedeki köşe yazısını okudum..
Gözlerim kalem aradı, sonra defter..O küçücük gazete parçasındaki cümleleri not etmek istedim..
Hani benim derdim, sevdiğim cümlelerin kaybolmasıydı ya, iskender de buladım demiştim ya..
Baktım yerli yerindeymiş hala..Orada duruyormuş..



Canım gene Elif Şafak okumak istedi. Keşke dedim, kıyıda köşede zor günlerde okunmak üzere bir kitabını bıraksaydım..Ne kadar bencilce ve de anlayışsızca sanki kolay o kitapları yazmakmış gibi daha çok üretse de ben hep okusam dedim..Ama okumuşum hepsini ilk günden..
Hainlik belki, biz okurların talep ettiği gibi yazmasını beklemek..
Ama işte özlediğin bir arkadaşa sarılmıak gibi birşey benim ki..

...Biz kadınlar güzel yama yapar, leke çıkarır, kırıkları onarır, -mış gibi yaparız. Bu esnada habire açıklamalarda bulunuruz kendimize. Bir savunma halindeyiz gece gündüz. Ya suçluluk duyuyoruz , elimizde matkaplar oyuyoruz vicdanımızı, işlemediğimiz günahlardan bile kendimizi mesul tutmanın yollarını buluyoruz ya, bravo bize; yahut da defans da duruyor, sevdiğimizi aslanlar gibi kaplanlar gibi savunuyoruz, sadece dış dünyaya değil, en çok da kendimize karşı, kendi yüreğimize..

İskender

 

 Elif Şafak ve yeni kitabı: İskender..
Bu sefer bir Elif Şafak kitabı karşısında sevip sevmemek arasında kalakaldım.
Beni tanıyanlar Elif Şafak'ın kitaplarını ne çok sevdiğimi bilirler..Mahrem'in yeni çıktığı günlerden beri onu okurum her yeni kitabını dört gözle beklerim.
Okuyucunun yazarı ve kitaplarını fazlasıyla sahiplendiği durumlardan biridir benimkisi.
Bu sefer kitabın içine girişim uzun sürdü. Bir türlü kitaba kendimi kaptıramadım, kendimde buldum kabaati ama kitabı okumakta olan arkadaşlarımdan da benzer serzenişler durunca kitabın örgüsüne verdim bu durumu. Farklı karakterleri tanımakla geçiyor kitabın büyük bölümü. Onların farklı zamanlardaki yüzlerini görüyoruz. Kitap belkide son 50 sayfada birbirine bağlanıp insanın kafasında oturuyor. İnsanın yüreğine bir taş koyarak bitiyor.


İskender, Elif Şafak'ın birey olarak hayatta geldiği noktanın ürünü belkide. Pinhan, Mahrem gibi öğrencilik yıllarının bir ürünü değil. Araf gibi başka kıtalarda yaşamanın izdüşümlerini görebileceğimiz bir kitap da değil.
Evlenmiş, anne olmuş, erkek çocuğu sahibi olmuş bir kadının kitabı belkide. 'Erkek çocukları yetiştirenlerin gene anneler olduğu'  olgusu ile ülkemizdeki kadın cinayetleri  arasında daha gerçek bir kitap. Daha bize dair belki daha piyasaya yönelik bir kitap..
Yaşadıkları onu bu kitabı yazmaya mı getirmiştir yoksa tercihleri artık daha çok kişiye ulaşmaktır bilmiyorum. Kadın cinayetlerini işlemesi saygıya değer. 'Sultanım, Aslanım' die severek büyüttüğümüz oğullarımızın gün gelip namus adına karşımıza çıkabildiğini, bunda bizim yetiştirme yöntemimizin de payı olduğunu vurgulaması düşündürtücü.

Ama istemeden söylüyorum ben Elif Şafak kitabı tadını bulamadım bu kez. Hasretle beklediğim kitap bu kez gönlümü doyurmadı. Karakterlerin hiçbiri beynimde uzun süre yer etmedi. Dahası daha az altını çizdim bu kez kitabın.
Oysa,  Elif Şafak benim ifade edemediğim cümlelerin kurucusudur, kelimelerle süsleyendir. Cümleler daha sade geldi  bu kez. Masalsı cümleleri bulamadım. Elif Şafak'ın yazım tarzını okadar çok severim ki, hala onun kitabına kötü bir şey demeye dilim varmıyor. Ancak, belki kitabın İngilizce yazılıp sonrasında Türkçe'ye çevrilmesinden ( yazar böyle yazmayı tercih ettiğini söylüyor) belki de gene kendisinin röportajlar da ifade ettiği üzere kitabı daha uzun yazıp sonra bazı bölümleri çıkardığından aradığımı bulamadım ..
Kitabı okumak isteyenlere nacizane tavsiyem Elif Şafak'ın Milliyet kitapta çıkan röportajını okumaları olacak. Kitap  kendini böylece daha kolay açacak..

15 Eylül 2011 Perşembe

Günün Şarkısı

Bozuk bir köy yolu,
fonda çalan bu şarkı...
Otobüstekiler yarı uyanık yarı somurtkan..
Şarkı yüksek sesle çalsa, herkes ayağa kalksa hoplasa zıplasa.
Otobüsten yollara insek..
Herkesin yüzünde gülen maskeler olsa..
Falan filan..

14 Eylül 2011 Çarşamba

Bilmem ki neden..

Güzel bir kitap okumalı farklı düşünmeni sağlayan..
Güzel bir film seyretmeli başka hayatlara götüren..
Güzel bir şarkı dinlemeli içini pır pır ettiren..
Bir dostun yanına ışınlanmalı..
Elimde minik fındıklı çikolatalarla..
Bir kahve içmeli..

8 Eylül 2011 Perşembe

Tavsiye: Fatatuka

Yazamadığımız günlere inat ikinci yazımı yazıyorum bugün. Başta komsukaremle olmak üzere paylaşmadan duramayacağım bir blog keşfettim. Belki bir çoğunuz biliyorsunuz ya da Elif Şafak'ı takip edenlerin bildiği bir blog. http://fafatuka.wordpress.com/  Fatatuka'nın çok eğlenceli bir üslubu var ve de yazdıklarıyla, bilgisi ve donanımı ile insanı etkiliyor. Ben çok beğendim. Tavsiye etmeden duramadım.

zeynep

Sevdiklerimize...

İnsan vardır, yüzü güler, gönlü cömert, ufku geniş; onunla oturdukça oturmak istersiniz; muhabbetinden keyif ve feyz alır, ilham bulur, farkında bile olmadan ne çok şey öğrenirsiniz. Yanından kalktığınızda az buçuk değişmiş, zenginleşmiş olarak yolunuza gidersiniz. Hafiflemiş olarak, rüzgarda tüy gibi. İçinizde bir gonca gül açılır, katmer katmer renklenir. Elinizde olmadan hayata gülümsersiniz. Gene görmek istersiniz o kişiyi ilk fırsatta yeniden buluşmak.

Sohbetine doyamaz, ruhunun dibini bulamazsınız, öylesine derin. Bir saklı cevherdir, ilk bakışta belli olmayan. Uçsuz bucaksız bir denizdir kıyılarına varılmayan; O kadar azdır ki böyleleri, bulunca ömür boyu dostluğunun ipini bırakmak istemez, kıymetini bilirsiniz; güzelliğini arayan bir mürit gibi, muhabbete susamış bir münzevi gibi, ateşe meyal pervane gibi etrafında inceik çemberler çizersiniz. Dostlukla hayranlıkla...


İnsanlar vardır, kem bakar, ağılı konuşur, habire şikayet yahut hakaret veya dedikodu halindedir; karalamayıs sever, başkasına leke çalmaktan kendine payeler biçer; kimseyi beğenmez, kendinden gayri; hiçbir yeniliği, farklılığı tasvip etmez; ayaklı sirke küpü, diken diken her sözü; dudaklarının ve gözlerinin etrafında senelerdir surat asmaktan, fesat bakmaktan oluşmuş çizgiler taşır lakin bilmez; köşe bucak kaçmak istersiniz böylesinin gölgesinden bile.

Ne var ki bazen o insan patronunuzdur. Ya da öğretmeniniz. Kapı komsunuzdur veya çalışma arkadaşınız yahut ağabeyiniz. Hemen hergün görmek zorunda kaldığınız. Belki de babanız ya da kayınvalideniz. Belki biricik eşiniz. Vaktiyle ne çok severek evlendiğiniz ama zamanla kalben, zihnen, ruhen ayrı düştüğünüz; gene bir türlü yüzleşemediğiniz, dürüstçe eleştirmediğiniz... Tavsamaya yüz tutmus bir ateş gibi kendi kendine tüten bir ilişki. Ne uzaklaşabilir ne katlanabilirsiniz. Ne olduğu gibi sevebilir ne hepten vazgeçebilirisniz.

Derken ondaki irin usul usul size de sireyet eder. Damla damla akar ruhunzua. Kangrendir ya olumsuz enerji hızla yayılır, sinsice; bir sağlam uzudan bir başkasına sıçrar, bir insandan berikine. Bir de bakarsınız ki aynen onun gibi konuşmakta, onun gibi meselelere yaklaşmaktasınız. İçinizde neşe kalmamış, solmuş gitmiş o terütaze bahar. Bir kuru ayaza kesmiş benliğiniz.

Siz de tıpkı onun gibi şikayet halindesiniz, yüzünüzde benzer çizgiler. Merak edersiniz; "Ben ne vakit böyle oldum. Hangi dönemeçte yitirdim inancımı, iyimserliğimi, cesaretimi, girişkenliğimi? Ben ne zaman vazgeçtim aşktan ve aşkı aramaktan? İçsel Yolculuklardan? Değişimden? Öğrenmekten? Büyümekten? Sahi ne zaman?"

Hiç düşünür müyüz etrafımızdaki, en yakınımzdaki insanların enerjisi bizi nasıl etkiliyor? Günbegün, aybeay, senebesene... Yahut tersine çevirelim soruyu: Bizdeki olumsuzluklar acaba onları nasıl etkiliyor? Sevdiklerimize verdiğimiz zararın bilincinde miyiz? Keşke ara ara kapsamlı bir tadilata girişsek benliğimizde, Keşke daha fazla ertelemeden ve samimiyetle bakabilsek içimize, Oradaki yanlışları, lüzumsuz hırsları, kabuk tutmuş yaraları tamahkarlıkları tek tek bulup ayıklayabilsek.

Bir tabela assak: "Sevdiklerime verdiğim zarar için özür diliyorum. Şu anda tadilat halindeyim, yenileniyorum..." Köhne binalar bile gençleşirken, kurumuş otlar bile tazelenirken, gerekli özen ve emekle şu hayatta her şey yenilenirken, insan nasıl değişmez, değişemez?

ve devam ediyor Elif Şafak Ramachandran adında bi bilim adamının yaptığı çalışmalardan....
tabiki ben yazmadım bu yazıyı ama ben kendimi ve içinde bulunduğum ruh durumunu bu kadar güzel yansıtamazdım. Sadece ilk iki paragrafı komsukareme ithafen yazacaktım ama yazdıkça diğer kısımları da yazmak geldi içimden, yazmadan edemedim... Çok özledim dostum seni, seninle sohbeti, kızılay yürüyüşlerini... herşeyi, her anı....

zeynep

19 Ağustos 2011 Cuma

Çok ara verdik...

Çok ara verdik bloğumuza,
Ben tayin oldum Eskişehir'e geldim..
Ayrılışlar vedaların ardından yeni ortamı tanıma çalışmaları gitmeler gelmeler..
Hepsi bir curcuna ve koşturmaca içinde oldu..
Ve bu arada bloğumuz biraz öksüz kaldı..

Komşukaremle mekansal olarak ayrı düştük bu arada..Artık ne işte ne evde komşuyuz..
Kızkardeşimi uzakta bırakmış gibiyim, efenin ciciablasını..

Yeni hayat başlıyor..Herşeyin iyi olmasını ümit ederek.. Benim için yeni arkadaşlar yeni deneyimlerle..
Zeynebimin memleketindeyim artık..
Bundan sonra, bolca Eskişehir reklamı yapar, şişirme yazılar yazarsam nedeni Zeynebimi de peşimsıra buraya getirmek Komşukare güç birliğini tekrar kurmak içindir..

Dostlar kolay bulunmuyor çünkü..
Bulduklarımızı geride bırakmak fazla lüks kaçıyor..
Ama ne diyelim şöyle diyelim, gözünü sevdiğimin teknolojisi uzakları yakın et bize..

Aysun

9 Ağustos 2011 Salı

Yeni Hayat

Eskişehir'deyim.
Yeni bir hayat başladı benim için.
Komşukaremi Ankara'da bıraktım.
Ama belli mi olur, hayat süprizlerle tesadüflerle dolu.
Belki bir gün o da bu şehre gelir..

22 Temmuz 2011 Cuma

Bugün son gün :(

Komsukaremin son günü...
Artık başlığı da değiştirmek gerek sanki. Ne evde komşuyuz ne de işte artık. Kolum kanadım kalkmıyor...
Sanki o değil de ben gidiyorum. Öylesine bi boşluktayım ki anlatamam. Gülüyorum, eğleniyor gibiyim ama asıl izin dönüşü anlayacam yokluğunu :(



Çok uzağa gitmiyor hızlı tren sayesinde 1,5 saatlik yol, hem yabancı bir yere de gitmiyor benim doğduğum, büyüdüğüm şehre, benim de yaşamak istediğim şehre gidiyor.
Bunlar benim teselli cümlelerim ama kapı komşusu gibi olmayacak
Tam 2 sene oldu tanışalı. Ama sanki ben doğduğumdan beri tanıyorum onu.
2 erkek kardeşimden sonra 1 de kız kardeşim olmustu benim, Ankara'daki ailem gibi...
Napalım yapacak bişey yok.
Seni çok seviyorum canım dostum, komsukarem yolun açık olsun... 

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Yeni ev arkadaşlarım

Yeni ev arkadaşlarım bir böcük ile iki balık..
Eve giriyorum böcük hoşgeldin diyor,
sabah kalkıyorum böcük günaydın diyor..
Balıklar balık balık yaşıyorlar tek amaçları insana vicdan azabı yaptırmak sanki.













Puzzle'ı hiç açmadım bu sefer..
Çamaşır makinesiyle dost oldum daha ziyade.
Ütünün yüzüne bakmadım gıcığım kendisine, teknolojinin daha çok gelişceği günleri bekliyorum azimle.














Hunçlarla arkadaşlık kurdum birde, yakında aramıza koliler de katılacak. hep beraber Aysun üstlerinden zıplasın oynıycaz.
Belki bana bakıp eğlenecekler kıs kıs.
Koli bandını, bana eşek şakası yapması için kandıracaklar..ne bileyim..













Mutfakla ve buzdolabıyla pek haşır neşir olmadım..
Mutfakta yaptığım mesailerle rütbem pekala uzmançavuş olabilirdi çünkü..














Kitap ta okumadım..
Tez yazmaca faaliyetinin 2.level'ına da geçemedim..
Film falan dersen yanından geçmedim..

Bilmiyorum naptım, eksiktim çünkü.
Oyüzden şaşkın.
Eli kolu boşalmış.
Sevdiklerinden uzakta kalmış.

Müzik kanalını hiç kapatmadım,
bilgisayarı oda oda dolaştırdım..
Bilmiyorum ben ne yaptım..

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Teknoloji, Aşığım sana...

Gel de sevme, oturduğu yerden tez yazma ısınma turları atan bendeniz için teknoloji yani bilhassa internet başım üstüne koymam gereken bir velinimet konumunda.

Bundan 7 yıl önce, önceki tez yazamama deneyimim sırasında en az 6-7 üniversite kütüphanesi dolaşmış, tüm arşiv taramasını yapmış, sonunda kucağımda kitap fotokopileriyle nerden başlayacağımı bilememiş sonunda da havlu atmıştım.

Bu sefer ne olur bilinmez, havlu atılması hiç umulmaz ama şimdiye kadar, konuyla ilgili Türkiye’de yazılmış nerdeyse bütün tezlere yök’ ün tez merkezi aracılığıyla ulaştım.

Gerekli kitap siparişlerimi internet aracılığıyla verdim.
 İnternette nerde adı geçmişse aldım koydum köşeye..
Tubitak’ ın ulakbim veri tabanı sayesinde, ilgili makalelere ulaştım.
Kütüphanelerin çevrimiçi katalog taramaları sayesinde hangi kütüphanede hangi kaynak olduğunu, hangisinin bana daha çok kollarını açtığını gördüm.

Şimdi düşünüyorum bundan 7 yıl önce ben bunları neden becerememiştim…
Kurumların interneti hizmete sokmalarımı daha geç oldu,
Benim internetten daha çok istifade etmeyi öğrenmem mi daha gecikmeli oldu?
ays

3 Temmuz 2011 Pazar

Bu ülkeden bir yangın geçti..

Bu ülkede bir sivas katliamı yaşandı, hatırlarmısınız..
İnsanlar yandı bitti kül oldu..
Metin Altıok gibi bir şair gitti daha niceleriyle beraber..
O yangından 18 yıl sonra,
hala içim acıyor Metin Altıok okurken..
Tospembe bir dünya hayali kuruyorum hala..
İnsanların birbirini öldürme hakkını kendilerinde görmediği..
Niyeyse işte saf saf kuruyorum o hayalimi..


Metin Altıok'tan Sondeyiş..
Dolaştım yıllardır şurda burda,
Ucuz otellerde kaldım.
İğne iplik taşıdım yanımda,
Bir düzen tutturamadım.
Kadınlar da oldu elbet yaşamımda,
Biri hariç hepsini bağışladım.
Sınadım kendimi karşılıklı acıyla,
Ben hep ölüme ve aşka inandım.
Bir şey var dokunur bana;
Yüzüme uymayan iğreti adım.

Yalaaann...

İnsan ağlarken gülebiliyor, en kötü anında eskilerden birini görünce sevinebiliyormuş.
Cumartesi dayımın vefat haberi geldi telefonda.
İnsanın içi yanıyor birden..O ana kadar yapılan planlar hepsi değişiyor.
hayatın tek gerçekliği kalıyor geriye..ölüm..
camide mezarlıkta..herşey sis perdesi gibi.. gözler görüyor, beyin kaydediyor.. bacaklar yapması gerektiği gib takip ediyor öndekini..
biliyorum ki zamanla çıkıcak hepimizden acısı. zamanla idrak edicez onun orda olmadığını..

acı. hayat acı.. allah tokat gibi çarpıyor yüzümüze.
hayatın koşturmacısına kendimize kaptırmışken birden herşeyin kesilebileceğini anlıyoruz, hatırlıyoruz ve sonra çoğu sefer unutuyoruz.. tos pembe bakmak daha işimize geliyor belki..
biz bu hafta dayımızı kaybettik, bir fire verdik. yaşımız ilerlerken, sıranın kimde olduğu bilinmezken, sevdiklerimiz hala hayattayken silkinmek lazım.
hatalar çetelesini tutmayı bırakıp, affedici olmak, kimi son kez göreceğimizi bilmediğimizi hatırlamak lazım..
nur içinde yat dayıcım..
ays

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Hayat....

Ne kadar garip şu hayat denilen şey...
birileri doğuyor birileri ölüyor...
birileri evleniyor birileri bosanıyor...
mutluluklar, üzüntüler...
dostluklar düşmalıklar...
her biri aksi kadar gerçek...
hayat kısa, daha verimli geçirmek lazım daha dolu dolu...
bir o kadar da boş herşey...
çelişkiler silsilesi............
ama hayat bu işte

zeynep

1 Temmuz 2011 Cuma

Gezgin Moduna Geçiş

Bir türlü gelemeyen baharın ardından yazın ikinci ayı...
Gerçi hala hırkasız çıkılmıyor. Bu sene de böyle napalım...
Benim gibi aşırı sıcağı sevmeyen biri için gayet ideal bir yaz. Kolsuzlarımın, elbiselerimin üstüne bir hırka tamam :) 

Eee temmuz geldi biz de başladık Evliya Çelebi misali gezmeye...
Geçtiğimiz hafta bir türlü gidemediğim Malatya'daydım.
Sonunda Doğu Anadoluya da attım adımımı.


Pazartesiden beri sevgili arkadaşım Sedat için yazmayı planlıyorum bu yazıyı. Bloğu biraz boşladık mı kendisi hemen uyarıyor bizi. Çok mutlu oluyorum takip edildiğimizi hissedince. Yorumlar gelmeyince biz de izlendiğimizin farkında değiliz tabbiki.  Bende onun vefasına bir nebze karşılık vermek için ona gönderiyorum Malatya fotoğraflarımı...


Kendisi bir Malatyalı'dır. Ancak şu anda ülkesinden, memleketinden çok uzaklarda görev yapıyor. Eminim Malatya'sını da çok özlemiştir.

Evinin, okulunun önünden geçtim Sedatçım.  Ancak şaheserin basket potasını göremedim malesef :P
Kanal boyunda yerine tur attım .Kayısı, vişne, içli köfte yemeği de ihmal etmedim tabii. Her yediğim lokmanın ikincisi sana aitti. Sayende bir fil misali döndüm.

Gelelim Malatya gözlemlerime....
Malatya doğunun Parisi olarak adlandırılıyormuş. Hak vermedim desem yalan olur. Ankara'da bile rahat dolaşamadığım elbiselerimle gayet rahat gezdim desem eminim inanmazsınız. Ben inanmazdım çünkü. Ama gidin görün derim. Yıllardır Beyzoş anlatır durur Malatya aşağı Malatya yukarı. Misal Malatya'nın ilçelerini bildiğim kadar Eskişehir'inkileri bilmem heralde :p
Tamam biraz abarttım.  Kabul ;)



Dalından kopardığım vişneler, kayısılar, dutlar muhteşemdi. Bir de Pervin Teyzemin tadına doyulmaz içli köftesi, analı kızlısı, zeytin yağlı yaprak sarmaları.... Tarifi mümkün değil. Sanırım ömrümün sonuna kadar bıkmadan yiyebilirim herbirini.


Malatya ziyaretinin en büyük sebeplerinden biri de .....

Arkası yarın.....Hepsi bir kere de olmaz.
Zeynep

Yazamamak

Yazamadık bir süredir.
İnternet yasakları, kurum yasakları, ülkenin yasakları ve en sonunda da kendi ruh hallerimiz neden oldu buna..

Bugün komşukaremle bir söz verdik birbirimize..

İki satır da olsa daha sık yazıcaz ve bu yazamama durumumuna karşın iki blog sağlayıcımızı da eşzamanlı götürücez..



Blog sevdamızı sorguladığımız çok oluyor komşukaremle. neden yazıyoruz ne yazmamız lazım gibi sorular birbirini kovalıyor..
En sonunda içimizden gelen neyse onu yazalım konusunda mütabık kalıyoruz.
Belki bir iz bırakmak için ölümlü dünyaya, belki içimizdeki sesleri susturmak için.

Benim yazma nedenim ikincisi. Sesleri susturmak..

aysun

Çocuk da yaparım kariyer de (Yalanı)

13.06.2011

Yıllar önce bir yazı okumuştum, bir metro duvarında..,
Kapitalizmin insan gücüne ihtiyaç duymasıyla fenizim akımının ortaya çıkmasının birbiriyle  ilişkili olduğunu söylüyordu..
Kadın erkeklerle eşit haklara sahip olmak için çalışmalıydı, sömürülmemek, ayaklarının üstünde durabilmek için iş hayatının için de yer almalıydı.
İş hayatının içinde yeralması sistem için ek işgücüydü.
Kadın kendini var etmek için okudu, çalıştı, işe girdi didindi. eve gitti didindi..
İyiydi güzeldi, kadın eski zamanlarda ki köle, erkeğinin iki dudağının arasına bakan eksik etekli değildi..
Pratikti çalışkandı, en hararetli iş toplantısında bile akşam yapacağı çorbanın terbiyesini düşünendi.

Diğer taraftan kadın demek anne olabilen demekti.
Kendi içinden bir can daha çıkarabilen, hayatı boyunca da ona kol kanat germesi gerekendi.
Ama anne olmak zordu aslında. İşe gittiğin için kendini suçlu hissetmekti..
Çocuğun uyuduğunda sakin bir akşam geçirdiğinde bir tarafın eksik olmasıydı..
Kendi hayatının tercihlerini seçtin diye hayatın boyunca yüzüne vurulması demekti.
Hayat bir kahraman anne fenomeni yaratmıştı aslında, her birimiz de ona benzemeyen yönlerimizden kendimizi kötü hissetmekteydik.
Çalışmak bile sanki bizim tercihimiz, ya da suçumuz gibi bir durum söz konusuydu. Çocuğunun her zaman yanında olamamak, onun minik zihninde buruk anılar bırakmak can sıkıcıydı..
Keşke pek sevdiğim nil o şarkıyı yapmasaydı, beynimize kazımasaydı..
Keşke, ücretsiz izinlerimiz tüm anneler için rahat kullanılabilir olsaydı..
Keşke, çalışma hayatı daha esnek olsa, annelere çocuklarının yanında olma hakkı verdikten sonra yeniden kollarını açabilseydi..
Keşke uzaktan çalışmak daha kolay bulunur bir nimet, part-time çalışma kamu sektöründe de hayat bulabilseydi..
Uzar gider..Çocuklar büyür..Anneler hep biraz buruk hep biraz suçlu hisseder..

ays

Aşk Tesadüfleri Sever...

07.06.2011


Sonunda seyrettim..
Ağladım, güldüm, çoştum, aşık oldum..
ve sonunda gene ağladım..
İstanbul-Ankara ayrımını yaşamış biri olarak belki de bir başka sevdim..
Kendi hayatında tesadüfleri barındıran,
onlara inanan
ve peşinden de gitmiş biri olarak kendimi buldum..


Hayat insana  aşk'ı da sunuyor, kendini gerçekleştirme imkanını da..
Seçimlerimiz bazen aşktan bazen puldan yana oluyor..
Bu filmleri seyrederken özeniyoruz belki..
Işıltılı hayatlara..
Hayallerini gerçekleştirmiş insanlara..
Veya diğer yarısını bulmuşlara..

Rakı sofralarını severmisiniz..?
Rakı içmeyi sevmem ama niyeyse o dostluk ortamını severim..
O küçük masanın karşı kıyısında olup ta birbirinin gözünde kendini görebilen varsa,
işte hayat ozaman değer galiba..

Birbirlerinin gözünde aşk'ı görüyorsun..Öyle güzel vermişler ki duyguyu..
Şarkılar sahnelerle bütünleşmiş..Demir demirkan'ın Zaferlerim..Şebnem Ferah'ın Hoşcakal'ı..
Ve benim hayatımın şarkısı Eylül Akşam'ı..
Siz düşünmezmisiniz, hayatınızdaki tesadüfleri..
Aynı düşü görmüşüzdür
olamaz mı?
olabilir....




Kelebek kadar ömrümüz var diyor filmde..Sevmek lazım..
aysun

Bahar Tanrıçası

30.05.2011

Mitoloji sever misiniz?
Ben bayılırım. Cariyeler ve padişahlardan sonra tanrıçalara ve tanrılara sardım. Güçlü insanları ya da varlıkları okumayı seviyorum galiba….
“Bahar Tanrıçası” tez bitti . Sıcağı sıcağına bende bıraktıklarını paylaşmak istedim.
Dünyalar güzeli  “Bahar Tanrıçası” Persephone ile “Ölüler Diyarı Tanrısı” Hades’in aşkını günümüze uyarlayarak anlatıyor.

Demeter (daha çok Kybele olarak tanınıyor) kızının şımarıklığından şikâyetçi ve iyi bir tanrıça olarak yetişmesini istiyor. Ancak Demeter’in kızı olmasından dolayı herkes tarafından bilinmesi Persophone’nin şımarıklığını perçinlemekte. Demeter, iyi bir tanrıça olmanın yolunun öncelikle kadın olmayı öğrenmekte olduğunu düşünür ve fırınında maddi sıkıntı yaşayan ve hayatta da zorluklar içinde yüzen 43 yaşındaki Lina ile kızının bedenlerini değiştirir.
Güzeller güzeli Persophonenin bedeni ile Lina’nın olgunluğu birleşince Persophone hem Hades’in gönlünü kazanmıştır hem de aleminin kraliçesi olarak kabul görmüştür.
Peki Lina? Linanın bedeni ile genç kız acemilikleri ve cesaretleri ve gençliği birleşince Persophone de Linanin bedeninde başarılar kazanmış ve fırının ününe ün katmış bunun yanında başarısız olduğu aşk hayatı da eğlenceli bir hal almıştır.
Gerisini anlatmayım.  Okuyun wink Aşkı ve kadınlığı anlatan güzel bir kitap. Her kadının içindeki tanrıçayı keşfetmesi gerek…
Kesinlikle tavsiye olunur.
zeynep

Haayt-2. bölüm

27.05.2011


İş hayatı, bir maçın  diğer yarısı gibi bir tatta ve ayrılışta..
Hayatın takriben  ilk 20 (içindeyken sıkıcı çıkınca mumla aranan) yılından sonra bıçak darbesi gibi..
İş hayatı kendi çapında bir hayatsal eğitme akademisi aslında..
Girişte şöyle yazıyor 'Buyrun hoşgeldiniz Entrikalar Dünyasına'

'Bunca zaman kös kös ve de saf saf yaşadıysanız eğitiminiz daha çetrefilli geçecek, şimdiden hazırlıklı olun ağlama krizlerine, beyninizin olayları ve cehaletleri algılayamayacağı durumlara..
Çok virajdan geçeceksiniz, şaşıracaksınız insanların gerçek yüzlerini gördükçe..
'Biz bunca yıl okul sıralarında dirsek çürütürken;  başkaları pişmiş olmuş, suyun başına geçip yolunu bulmuş' diyeceksiniz..
'Kurnazlıklarla beyinlerine kıvrımlar eklemiş, bu kıvrımları da ancak ' bu işi başkasına nasıl yaptırırız' düşüncesine heba ettiklerini göreceksiniz.
Böyle bir şeydir iş hayatı, eğiticidir, öğreticidir, yontucudur, enerji emicidir, gereklidir faturaları ödemek için..
Var olmanın yansımasıdır aslında çalışmak, işe yaradığını düşünmek..Sadece gerçek hayat böyle bir şey işte, yaşamak gerekiyor ..

aysun

N'apcaz şimdi?

21.05.2011


Efe uyudu..
Milyarda bir şansla saatler daha 21'i yeni göstermişken, gün içindeki yorma çalışmalarımın sonucu olarak uyuyakaldı..
Tamam mutlu oldum, kendime vakit kaldı die ama birden şaşkınlaştım, ben şimdi ne yapıcam dedim..
Anne baba olmuşlar bilirler, insanın hayatında çocukları artık bir milattır.
Ondan öncesi ve ondan sonrası..
Ondan önceki alışkanlıkları, hayatı yaşayışı ile ondan sonraki farklılaşır. Çocuğa göre şekillenir bir çok şey..

Şimdi ben Efe'nin erkenden uyuduğu bu akşam vakti, ne yapcağımı nerden başlayacağımı bilemeden bakakaldım. Yapcak şey var, hangisine saldırcağımı bilmiyorum aslında..
Biraz şaşkın biraz bu fırsatı nasıl değerlendirsem düşüncesiyle 'napcaz şimdi?' diyip duruyorum...

aysun

Dün akşamdan seçmeler

Anne mutfakta yemek hazırlmakta Cici Abla Efe'yle sohbet halinde.
EFE: Ben akşam yılan ailesi yaptım.
C.A: Hmm kimler varmış o ailede
EFE:Anne yılanı, baba yılanı, Efe yılanı,..........., Cici Abla yılanı
C.A: Aaaaa beni de mi yaptın
EFE: Sensiz olur mu hiç Cici Ablaaa....
Cici Abla dört köşe laugh



C.A: Efee, siz gidince ben çok özlücem sizi. Sen de özleyecek misin beni?
EFE: Sen de gel Cici Abla
C.A: Ama benim işim burda gelemem ki.
EFE: Üzülme ben sizi hergün babamla Eskişehir'e götürürüm.
Cic abla 4X4 konumunda...cool

Yürüyüş sonrası eve dönüş yolunda
EFE: Cic Abla, Küçük Efelerin evi şurada.
C.A: Hmm öğrendiğim iyi oldu siz gidince onlarla çıkayım bari ben yürüyüşe. Artık Küçük Efe bisiklet sürer ben de koşarım.
EFE: Ama Küçük Efelerin kahvaltı saati. (akşam yemek saati)
EFE: Anne gitmeyelimm ben Küçük Efe'yi özlerim. crying


Gelelim günün gafına ....
Akşam yürüyüşten gelinmiş, Efe'nin oyuna dalması fırsat bilinmiş,  gökyüzündeki garip ışıkların ne olduğu meraklı gözlerle izlenmekte.
Annesinin ve cici ablasını kıkırdamalarına dayanamayan Efe oyunun eğlenceli kucağından annesinin şefkatli kollarına atar kendini...  " ben de bakacam" naralarıyla...
Anne kucaklar bitanecik oğlunu kucaklamasına.... Ancak  hissettiği koku karşısında yaptığı yorum annelik iç güdüyle mi söylenmiştir yoksa en kötü kokular bile çocuğundan gelince mis kokusu mudur bilinmez....
"Oğlum, maşallah nasıl kokuyor ayakların"
Artık yorum size ait....
zeynep
 

Müzik Olsun..

17.05.2011

Şimdi sen ona kızdın, ben berikine kızdım..
Lokantanın girişindeki 'ürünlerimiz mısır şurubu içermiyor' yazısı bile hayata karşı eğreti olmama yetmişken, herkes birbirine dalmak üzereyken, ben hayatı dondurdum.
Dondurasım geldi, neden bimiyorum hayatı şu pencere önünde fonda güzel bir şarkı çalarken dondurdum.. (http://fizy.com/#s/16rt98)

Çare yok ona buna kızmaya, herkes birbirine kızar birtaraftan da herkes birbirine öykünürken, ben rahatlık şurubu içmiş gibi boş boş bakıyorum etrafa.
Kahvem, müziğim, penceremden gelen bahar havası yetiyor şu an itibariyle..
Biliyorum ki ne olursa olsun, hayat beni yağa da batırsa bala da batırsa özliycem, burayı şu zaman dilimini..
aysun

Önümüze Gelene Yüz Tekme..

12.05.2011

Böyle bir modum var benim adı: Önümüze gelene yük tekme modu..
Dudağımı bükmüş, yüzümü düşürmüş oturuyorum.
Dışardaki kasvetli havaya bakıp, neden ama diyorum..
Yazı da yazdım bahar sana, gel dedim bekletme dedim, gel de artık içimizde çiçekler açsın, çiçekli elbiseler üzerimizde şenlensin, dondurmalar artık külahlarında erimeye başlasın dedim.
Deniz de yok zaten burda, iyotlu kokusu burnuma çok uzaklarda..
Dalgalı bile olsa bir mavilik görsem, ruhumu temize çekse..Fenamı olur...Olmaz..

Tabii denizsiz bir şehirde yaşamak kimsenin suçu değil, benden başka..
Mızmız bir çocuk gibi hissediyorum şu an. Bir çok suçlu var şu an aklımda. Koluma en eğlenceli arkadaşlarımı geçirip, önümüze gelene yüz tekme diye üzerlerine yürümek istiyorum, aynı ilkokulda yaptığımız gibi.
'Hevesimi kursağımda bırakmana hakkınız yoktu' demek istiyorum.
'Daha adil olsun dünya' diye anarşist şarkılar söylemek istiyorum..
Kısacası güneş açsın istiyorum..

aysun

Nazlı Bahar

11.05.2011

Aylardan mayıs, mevsimlerden yalancı bahar olmuş; baharın gelmeye hiç ama hiç niyeti yokmuş..
Elimiz ayağımız buz, gözümüz güneş kırıntısı ararken soğuklar bize hala dışardan pis pis dil çıkartırken; canım bahar nazlandıkça nazlanır, gül yüzünü göstermemek için köşe kapmaca oynarmış..

Kışlıklar bir kaldırılıp bir çıkartılmaktan isyan eder, yazlık elbiseler meydanlara çıkamadıkları için dudaklarını bükermiş..
Bahar okadar nazlanmış ki bu sefer, çiçekler böcekler isyan bayrağını çekmiş bir açıp bir soğuktan kırılmaktan..

Bünyeler bahar hormonları salgılarken, kediler damlara çoktan çıkmışken küresel ısınma ayağına mevsimler şaşmış olan biz insancıklara olmuş.

Eline şeker verilip geri alınan çocuklar gibi olmuşuz, ne ağzımızın tadıyla yiyebilmişiz ne tam vazgeçebilmişiz.
İşte bu nedenle, bugünden tezi yok şu cimcime baharın nazını kırmaya, kış hazretlerini yuvasına göndermeye karar verdim. Rüşvetse rüşvet verelim şu çiçekleri dallarında görüp ince kiyafetlerimize kavuşalım. Camlarımızı açıp bahar havasını odalarımıza sokalım. Daha çok renk sokalım hayatımıza, öğle arası kaçamakları yapalım, dondurmalarımızı erkenden yiyelim. Televizyonları kilitsiz kutulara kaldırıp, kendimizi parklara atalım..
Yapalım yapalım yapalım..
Aysun