22 Temmuz 2011 Cuma

Bugün son gün :(

Komsukaremin son günü...
Artık başlığı da değiştirmek gerek sanki. Ne evde komşuyuz ne de işte artık. Kolum kanadım kalkmıyor...
Sanki o değil de ben gidiyorum. Öylesine bi boşluktayım ki anlatamam. Gülüyorum, eğleniyor gibiyim ama asıl izin dönüşü anlayacam yokluğunu :(



Çok uzağa gitmiyor hızlı tren sayesinde 1,5 saatlik yol, hem yabancı bir yere de gitmiyor benim doğduğum, büyüdüğüm şehre, benim de yaşamak istediğim şehre gidiyor.
Bunlar benim teselli cümlelerim ama kapı komşusu gibi olmayacak
Tam 2 sene oldu tanışalı. Ama sanki ben doğduğumdan beri tanıyorum onu.
2 erkek kardeşimden sonra 1 de kız kardeşim olmustu benim, Ankara'daki ailem gibi...
Napalım yapacak bişey yok.
Seni çok seviyorum canım dostum, komsukarem yolun açık olsun... 

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Yeni ev arkadaşlarım

Yeni ev arkadaşlarım bir böcük ile iki balık..
Eve giriyorum böcük hoşgeldin diyor,
sabah kalkıyorum böcük günaydın diyor..
Balıklar balık balık yaşıyorlar tek amaçları insana vicdan azabı yaptırmak sanki.













Puzzle'ı hiç açmadım bu sefer..
Çamaşır makinesiyle dost oldum daha ziyade.
Ütünün yüzüne bakmadım gıcığım kendisine, teknolojinin daha çok gelişceği günleri bekliyorum azimle.














Hunçlarla arkadaşlık kurdum birde, yakında aramıza koliler de katılacak. hep beraber Aysun üstlerinden zıplasın oynıycaz.
Belki bana bakıp eğlenecekler kıs kıs.
Koli bandını, bana eşek şakası yapması için kandıracaklar..ne bileyim..













Mutfakla ve buzdolabıyla pek haşır neşir olmadım..
Mutfakta yaptığım mesailerle rütbem pekala uzmançavuş olabilirdi çünkü..














Kitap ta okumadım..
Tez yazmaca faaliyetinin 2.level'ına da geçemedim..
Film falan dersen yanından geçmedim..

Bilmiyorum naptım, eksiktim çünkü.
Oyüzden şaşkın.
Eli kolu boşalmış.
Sevdiklerinden uzakta kalmış.

Müzik kanalını hiç kapatmadım,
bilgisayarı oda oda dolaştırdım..
Bilmiyorum ben ne yaptım..

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Teknoloji, Aşığım sana...

Gel de sevme, oturduğu yerden tez yazma ısınma turları atan bendeniz için teknoloji yani bilhassa internet başım üstüne koymam gereken bir velinimet konumunda.

Bundan 7 yıl önce, önceki tez yazamama deneyimim sırasında en az 6-7 üniversite kütüphanesi dolaşmış, tüm arşiv taramasını yapmış, sonunda kucağımda kitap fotokopileriyle nerden başlayacağımı bilememiş sonunda da havlu atmıştım.

Bu sefer ne olur bilinmez, havlu atılması hiç umulmaz ama şimdiye kadar, konuyla ilgili Türkiye’de yazılmış nerdeyse bütün tezlere yök’ ün tez merkezi aracılığıyla ulaştım.

Gerekli kitap siparişlerimi internet aracılığıyla verdim.
 İnternette nerde adı geçmişse aldım koydum köşeye..
Tubitak’ ın ulakbim veri tabanı sayesinde, ilgili makalelere ulaştım.
Kütüphanelerin çevrimiçi katalog taramaları sayesinde hangi kütüphanede hangi kaynak olduğunu, hangisinin bana daha çok kollarını açtığını gördüm.

Şimdi düşünüyorum bundan 7 yıl önce ben bunları neden becerememiştim…
Kurumların interneti hizmete sokmalarımı daha geç oldu,
Benim internetten daha çok istifade etmeyi öğrenmem mi daha gecikmeli oldu?
ays

3 Temmuz 2011 Pazar

Bu ülkeden bir yangın geçti..

Bu ülkede bir sivas katliamı yaşandı, hatırlarmısınız..
İnsanlar yandı bitti kül oldu..
Metin Altıok gibi bir şair gitti daha niceleriyle beraber..
O yangından 18 yıl sonra,
hala içim acıyor Metin Altıok okurken..
Tospembe bir dünya hayali kuruyorum hala..
İnsanların birbirini öldürme hakkını kendilerinde görmediği..
Niyeyse işte saf saf kuruyorum o hayalimi..


Metin Altıok'tan Sondeyiş..
Dolaştım yıllardır şurda burda,
Ucuz otellerde kaldım.
İğne iplik taşıdım yanımda,
Bir düzen tutturamadım.
Kadınlar da oldu elbet yaşamımda,
Biri hariç hepsini bağışladım.
Sınadım kendimi karşılıklı acıyla,
Ben hep ölüme ve aşka inandım.
Bir şey var dokunur bana;
Yüzüme uymayan iğreti adım.

Yalaaann...

İnsan ağlarken gülebiliyor, en kötü anında eskilerden birini görünce sevinebiliyormuş.
Cumartesi dayımın vefat haberi geldi telefonda.
İnsanın içi yanıyor birden..O ana kadar yapılan planlar hepsi değişiyor.
hayatın tek gerçekliği kalıyor geriye..ölüm..
camide mezarlıkta..herşey sis perdesi gibi.. gözler görüyor, beyin kaydediyor.. bacaklar yapması gerektiği gib takip ediyor öndekini..
biliyorum ki zamanla çıkıcak hepimizden acısı. zamanla idrak edicez onun orda olmadığını..

acı. hayat acı.. allah tokat gibi çarpıyor yüzümüze.
hayatın koşturmacısına kendimize kaptırmışken birden herşeyin kesilebileceğini anlıyoruz, hatırlıyoruz ve sonra çoğu sefer unutuyoruz.. tos pembe bakmak daha işimize geliyor belki..
biz bu hafta dayımızı kaybettik, bir fire verdik. yaşımız ilerlerken, sıranın kimde olduğu bilinmezken, sevdiklerimiz hala hayattayken silkinmek lazım.
hatalar çetelesini tutmayı bırakıp, affedici olmak, kimi son kez göreceğimizi bilmediğimizi hatırlamak lazım..
nur içinde yat dayıcım..
ays

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Hayat....

Ne kadar garip şu hayat denilen şey...
birileri doğuyor birileri ölüyor...
birileri evleniyor birileri bosanıyor...
mutluluklar, üzüntüler...
dostluklar düşmalıklar...
her biri aksi kadar gerçek...
hayat kısa, daha verimli geçirmek lazım daha dolu dolu...
bir o kadar da boş herşey...
çelişkiler silsilesi............
ama hayat bu işte

zeynep

1 Temmuz 2011 Cuma

Gezgin Moduna Geçiş

Bir türlü gelemeyen baharın ardından yazın ikinci ayı...
Gerçi hala hırkasız çıkılmıyor. Bu sene de böyle napalım...
Benim gibi aşırı sıcağı sevmeyen biri için gayet ideal bir yaz. Kolsuzlarımın, elbiselerimin üstüne bir hırka tamam :) 

Eee temmuz geldi biz de başladık Evliya Çelebi misali gezmeye...
Geçtiğimiz hafta bir türlü gidemediğim Malatya'daydım.
Sonunda Doğu Anadoluya da attım adımımı.


Pazartesiden beri sevgili arkadaşım Sedat için yazmayı planlıyorum bu yazıyı. Bloğu biraz boşladık mı kendisi hemen uyarıyor bizi. Çok mutlu oluyorum takip edildiğimizi hissedince. Yorumlar gelmeyince biz de izlendiğimizin farkında değiliz tabbiki.  Bende onun vefasına bir nebze karşılık vermek için ona gönderiyorum Malatya fotoğraflarımı...


Kendisi bir Malatyalı'dır. Ancak şu anda ülkesinden, memleketinden çok uzaklarda görev yapıyor. Eminim Malatya'sını da çok özlemiştir.

Evinin, okulunun önünden geçtim Sedatçım.  Ancak şaheserin basket potasını göremedim malesef :P
Kanal boyunda yerine tur attım .Kayısı, vişne, içli köfte yemeği de ihmal etmedim tabii. Her yediğim lokmanın ikincisi sana aitti. Sayende bir fil misali döndüm.

Gelelim Malatya gözlemlerime....
Malatya doğunun Parisi olarak adlandırılıyormuş. Hak vermedim desem yalan olur. Ankara'da bile rahat dolaşamadığım elbiselerimle gayet rahat gezdim desem eminim inanmazsınız. Ben inanmazdım çünkü. Ama gidin görün derim. Yıllardır Beyzoş anlatır durur Malatya aşağı Malatya yukarı. Misal Malatya'nın ilçelerini bildiğim kadar Eskişehir'inkileri bilmem heralde :p
Tamam biraz abarttım.  Kabul ;)



Dalından kopardığım vişneler, kayısılar, dutlar muhteşemdi. Bir de Pervin Teyzemin tadına doyulmaz içli köftesi, analı kızlısı, zeytin yağlı yaprak sarmaları.... Tarifi mümkün değil. Sanırım ömrümün sonuna kadar bıkmadan yiyebilirim herbirini.


Malatya ziyaretinin en büyük sebeplerinden biri de .....

Arkası yarın.....Hepsi bir kere de olmaz.
Zeynep

Yazamamak

Yazamadık bir süredir.
İnternet yasakları, kurum yasakları, ülkenin yasakları ve en sonunda da kendi ruh hallerimiz neden oldu buna..

Bugün komşukaremle bir söz verdik birbirimize..

İki satır da olsa daha sık yazıcaz ve bu yazamama durumumuna karşın iki blog sağlayıcımızı da eşzamanlı götürücez..



Blog sevdamızı sorguladığımız çok oluyor komşukaremle. neden yazıyoruz ne yazmamız lazım gibi sorular birbirini kovalıyor..
En sonunda içimizden gelen neyse onu yazalım konusunda mütabık kalıyoruz.
Belki bir iz bırakmak için ölümlü dünyaya, belki içimizdeki sesleri susturmak için.

Benim yazma nedenim ikincisi. Sesleri susturmak..

aysun

Çocuk da yaparım kariyer de (Yalanı)

13.06.2011

Yıllar önce bir yazı okumuştum, bir metro duvarında..,
Kapitalizmin insan gücüne ihtiyaç duymasıyla fenizim akımının ortaya çıkmasının birbiriyle  ilişkili olduğunu söylüyordu..
Kadın erkeklerle eşit haklara sahip olmak için çalışmalıydı, sömürülmemek, ayaklarının üstünde durabilmek için iş hayatının için de yer almalıydı.
İş hayatının içinde yeralması sistem için ek işgücüydü.
Kadın kendini var etmek için okudu, çalıştı, işe girdi didindi. eve gitti didindi..
İyiydi güzeldi, kadın eski zamanlarda ki köle, erkeğinin iki dudağının arasına bakan eksik etekli değildi..
Pratikti çalışkandı, en hararetli iş toplantısında bile akşam yapacağı çorbanın terbiyesini düşünendi.

Diğer taraftan kadın demek anne olabilen demekti.
Kendi içinden bir can daha çıkarabilen, hayatı boyunca da ona kol kanat germesi gerekendi.
Ama anne olmak zordu aslında. İşe gittiğin için kendini suçlu hissetmekti..
Çocuğun uyuduğunda sakin bir akşam geçirdiğinde bir tarafın eksik olmasıydı..
Kendi hayatının tercihlerini seçtin diye hayatın boyunca yüzüne vurulması demekti.
Hayat bir kahraman anne fenomeni yaratmıştı aslında, her birimiz de ona benzemeyen yönlerimizden kendimizi kötü hissetmekteydik.
Çalışmak bile sanki bizim tercihimiz, ya da suçumuz gibi bir durum söz konusuydu. Çocuğunun her zaman yanında olamamak, onun minik zihninde buruk anılar bırakmak can sıkıcıydı..
Keşke pek sevdiğim nil o şarkıyı yapmasaydı, beynimize kazımasaydı..
Keşke, ücretsiz izinlerimiz tüm anneler için rahat kullanılabilir olsaydı..
Keşke, çalışma hayatı daha esnek olsa, annelere çocuklarının yanında olma hakkı verdikten sonra yeniden kollarını açabilseydi..
Keşke uzaktan çalışmak daha kolay bulunur bir nimet, part-time çalışma kamu sektöründe de hayat bulabilseydi..
Uzar gider..Çocuklar büyür..Anneler hep biraz buruk hep biraz suçlu hisseder..

ays

Aşk Tesadüfleri Sever...

07.06.2011


Sonunda seyrettim..
Ağladım, güldüm, çoştum, aşık oldum..
ve sonunda gene ağladım..
İstanbul-Ankara ayrımını yaşamış biri olarak belki de bir başka sevdim..
Kendi hayatında tesadüfleri barındıran,
onlara inanan
ve peşinden de gitmiş biri olarak kendimi buldum..


Hayat insana  aşk'ı da sunuyor, kendini gerçekleştirme imkanını da..
Seçimlerimiz bazen aşktan bazen puldan yana oluyor..
Bu filmleri seyrederken özeniyoruz belki..
Işıltılı hayatlara..
Hayallerini gerçekleştirmiş insanlara..
Veya diğer yarısını bulmuşlara..

Rakı sofralarını severmisiniz..?
Rakı içmeyi sevmem ama niyeyse o dostluk ortamını severim..
O küçük masanın karşı kıyısında olup ta birbirinin gözünde kendini görebilen varsa,
işte hayat ozaman değer galiba..

Birbirlerinin gözünde aşk'ı görüyorsun..Öyle güzel vermişler ki duyguyu..
Şarkılar sahnelerle bütünleşmiş..Demir demirkan'ın Zaferlerim..Şebnem Ferah'ın Hoşcakal'ı..
Ve benim hayatımın şarkısı Eylül Akşam'ı..
Siz düşünmezmisiniz, hayatınızdaki tesadüfleri..
Aynı düşü görmüşüzdür
olamaz mı?
olabilir....




Kelebek kadar ömrümüz var diyor filmde..Sevmek lazım..
aysun

Bahar Tanrıçası

30.05.2011

Mitoloji sever misiniz?
Ben bayılırım. Cariyeler ve padişahlardan sonra tanrıçalara ve tanrılara sardım. Güçlü insanları ya da varlıkları okumayı seviyorum galiba….
“Bahar Tanrıçası” tez bitti . Sıcağı sıcağına bende bıraktıklarını paylaşmak istedim.
Dünyalar güzeli  “Bahar Tanrıçası” Persephone ile “Ölüler Diyarı Tanrısı” Hades’in aşkını günümüze uyarlayarak anlatıyor.

Demeter (daha çok Kybele olarak tanınıyor) kızının şımarıklığından şikâyetçi ve iyi bir tanrıça olarak yetişmesini istiyor. Ancak Demeter’in kızı olmasından dolayı herkes tarafından bilinmesi Persophone’nin şımarıklığını perçinlemekte. Demeter, iyi bir tanrıça olmanın yolunun öncelikle kadın olmayı öğrenmekte olduğunu düşünür ve fırınında maddi sıkıntı yaşayan ve hayatta da zorluklar içinde yüzen 43 yaşındaki Lina ile kızının bedenlerini değiştirir.
Güzeller güzeli Persophonenin bedeni ile Lina’nın olgunluğu birleşince Persophone hem Hades’in gönlünü kazanmıştır hem de aleminin kraliçesi olarak kabul görmüştür.
Peki Lina? Linanın bedeni ile genç kız acemilikleri ve cesaretleri ve gençliği birleşince Persophone de Linanin bedeninde başarılar kazanmış ve fırının ününe ün katmış bunun yanında başarısız olduğu aşk hayatı da eğlenceli bir hal almıştır.
Gerisini anlatmayım.  Okuyun wink Aşkı ve kadınlığı anlatan güzel bir kitap. Her kadının içindeki tanrıçayı keşfetmesi gerek…
Kesinlikle tavsiye olunur.
zeynep

Haayt-2. bölüm

27.05.2011


İş hayatı, bir maçın  diğer yarısı gibi bir tatta ve ayrılışta..
Hayatın takriben  ilk 20 (içindeyken sıkıcı çıkınca mumla aranan) yılından sonra bıçak darbesi gibi..
İş hayatı kendi çapında bir hayatsal eğitme akademisi aslında..
Girişte şöyle yazıyor 'Buyrun hoşgeldiniz Entrikalar Dünyasına'

'Bunca zaman kös kös ve de saf saf yaşadıysanız eğitiminiz daha çetrefilli geçecek, şimdiden hazırlıklı olun ağlama krizlerine, beyninizin olayları ve cehaletleri algılayamayacağı durumlara..
Çok virajdan geçeceksiniz, şaşıracaksınız insanların gerçek yüzlerini gördükçe..
'Biz bunca yıl okul sıralarında dirsek çürütürken;  başkaları pişmiş olmuş, suyun başına geçip yolunu bulmuş' diyeceksiniz..
'Kurnazlıklarla beyinlerine kıvrımlar eklemiş, bu kıvrımları da ancak ' bu işi başkasına nasıl yaptırırız' düşüncesine heba ettiklerini göreceksiniz.
Böyle bir şeydir iş hayatı, eğiticidir, öğreticidir, yontucudur, enerji emicidir, gereklidir faturaları ödemek için..
Var olmanın yansımasıdır aslında çalışmak, işe yaradığını düşünmek..Sadece gerçek hayat böyle bir şey işte, yaşamak gerekiyor ..

aysun

N'apcaz şimdi?

21.05.2011


Efe uyudu..
Milyarda bir şansla saatler daha 21'i yeni göstermişken, gün içindeki yorma çalışmalarımın sonucu olarak uyuyakaldı..
Tamam mutlu oldum, kendime vakit kaldı die ama birden şaşkınlaştım, ben şimdi ne yapıcam dedim..
Anne baba olmuşlar bilirler, insanın hayatında çocukları artık bir milattır.
Ondan öncesi ve ondan sonrası..
Ondan önceki alışkanlıkları, hayatı yaşayışı ile ondan sonraki farklılaşır. Çocuğa göre şekillenir bir çok şey..

Şimdi ben Efe'nin erkenden uyuduğu bu akşam vakti, ne yapcağımı nerden başlayacağımı bilemeden bakakaldım. Yapcak şey var, hangisine saldırcağımı bilmiyorum aslında..
Biraz şaşkın biraz bu fırsatı nasıl değerlendirsem düşüncesiyle 'napcaz şimdi?' diyip duruyorum...

aysun

Dün akşamdan seçmeler

Anne mutfakta yemek hazırlmakta Cici Abla Efe'yle sohbet halinde.
EFE: Ben akşam yılan ailesi yaptım.
C.A: Hmm kimler varmış o ailede
EFE:Anne yılanı, baba yılanı, Efe yılanı,..........., Cici Abla yılanı
C.A: Aaaaa beni de mi yaptın
EFE: Sensiz olur mu hiç Cici Ablaaa....
Cici Abla dört köşe laugh



C.A: Efee, siz gidince ben çok özlücem sizi. Sen de özleyecek misin beni?
EFE: Sen de gel Cici Abla
C.A: Ama benim işim burda gelemem ki.
EFE: Üzülme ben sizi hergün babamla Eskişehir'e götürürüm.
Cic abla 4X4 konumunda...cool

Yürüyüş sonrası eve dönüş yolunda
EFE: Cic Abla, Küçük Efelerin evi şurada.
C.A: Hmm öğrendiğim iyi oldu siz gidince onlarla çıkayım bari ben yürüyüşe. Artık Küçük Efe bisiklet sürer ben de koşarım.
EFE: Ama Küçük Efelerin kahvaltı saati. (akşam yemek saati)
EFE: Anne gitmeyelimm ben Küçük Efe'yi özlerim. crying


Gelelim günün gafına ....
Akşam yürüyüşten gelinmiş, Efe'nin oyuna dalması fırsat bilinmiş,  gökyüzündeki garip ışıkların ne olduğu meraklı gözlerle izlenmekte.
Annesinin ve cici ablasını kıkırdamalarına dayanamayan Efe oyunun eğlenceli kucağından annesinin şefkatli kollarına atar kendini...  " ben de bakacam" naralarıyla...
Anne kucaklar bitanecik oğlunu kucaklamasına.... Ancak  hissettiği koku karşısında yaptığı yorum annelik iç güdüyle mi söylenmiştir yoksa en kötü kokular bile çocuğundan gelince mis kokusu mudur bilinmez....
"Oğlum, maşallah nasıl kokuyor ayakların"
Artık yorum size ait....
zeynep
 

Müzik Olsun..

17.05.2011

Şimdi sen ona kızdın, ben berikine kızdım..
Lokantanın girişindeki 'ürünlerimiz mısır şurubu içermiyor' yazısı bile hayata karşı eğreti olmama yetmişken, herkes birbirine dalmak üzereyken, ben hayatı dondurdum.
Dondurasım geldi, neden bimiyorum hayatı şu pencere önünde fonda güzel bir şarkı çalarken dondurdum.. (http://fizy.com/#s/16rt98)

Çare yok ona buna kızmaya, herkes birbirine kızar birtaraftan da herkes birbirine öykünürken, ben rahatlık şurubu içmiş gibi boş boş bakıyorum etrafa.
Kahvem, müziğim, penceremden gelen bahar havası yetiyor şu an itibariyle..
Biliyorum ki ne olursa olsun, hayat beni yağa da batırsa bala da batırsa özliycem, burayı şu zaman dilimini..
aysun

Önümüze Gelene Yüz Tekme..

12.05.2011

Böyle bir modum var benim adı: Önümüze gelene yük tekme modu..
Dudağımı bükmüş, yüzümü düşürmüş oturuyorum.
Dışardaki kasvetli havaya bakıp, neden ama diyorum..
Yazı da yazdım bahar sana, gel dedim bekletme dedim, gel de artık içimizde çiçekler açsın, çiçekli elbiseler üzerimizde şenlensin, dondurmalar artık külahlarında erimeye başlasın dedim.
Deniz de yok zaten burda, iyotlu kokusu burnuma çok uzaklarda..
Dalgalı bile olsa bir mavilik görsem, ruhumu temize çekse..Fenamı olur...Olmaz..

Tabii denizsiz bir şehirde yaşamak kimsenin suçu değil, benden başka..
Mızmız bir çocuk gibi hissediyorum şu an. Bir çok suçlu var şu an aklımda. Koluma en eğlenceli arkadaşlarımı geçirip, önümüze gelene yüz tekme diye üzerlerine yürümek istiyorum, aynı ilkokulda yaptığımız gibi.
'Hevesimi kursağımda bırakmana hakkınız yoktu' demek istiyorum.
'Daha adil olsun dünya' diye anarşist şarkılar söylemek istiyorum..
Kısacası güneş açsın istiyorum..

aysun

Nazlı Bahar

11.05.2011

Aylardan mayıs, mevsimlerden yalancı bahar olmuş; baharın gelmeye hiç ama hiç niyeti yokmuş..
Elimiz ayağımız buz, gözümüz güneş kırıntısı ararken soğuklar bize hala dışardan pis pis dil çıkartırken; canım bahar nazlandıkça nazlanır, gül yüzünü göstermemek için köşe kapmaca oynarmış..

Kışlıklar bir kaldırılıp bir çıkartılmaktan isyan eder, yazlık elbiseler meydanlara çıkamadıkları için dudaklarını bükermiş..
Bahar okadar nazlanmış ki bu sefer, çiçekler böcekler isyan bayrağını çekmiş bir açıp bir soğuktan kırılmaktan..

Bünyeler bahar hormonları salgılarken, kediler damlara çoktan çıkmışken küresel ısınma ayağına mevsimler şaşmış olan biz insancıklara olmuş.

Eline şeker verilip geri alınan çocuklar gibi olmuşuz, ne ağzımızın tadıyla yiyebilmişiz ne tam vazgeçebilmişiz.
İşte bu nedenle, bugünden tezi yok şu cimcime baharın nazını kırmaya, kış hazretlerini yuvasına göndermeye karar verdim. Rüşvetse rüşvet verelim şu çiçekleri dallarında görüp ince kiyafetlerimize kavuşalım. Camlarımızı açıp bahar havasını odalarımıza sokalım. Daha çok renk sokalım hayatımıza, öğle arası kaçamakları yapalım, dondurmalarımızı erkenden yiyelim. Televizyonları kilitsiz kutulara kaldırıp, kendimizi parklara atalım..
Yapalım yapalım yapalım..
Aysun

Bu kadar mıydı?

28.04.2011

Sabah uykumu almışım. Keyifli bir Hürrem akşamından kalmayım.
 Duşumu almışım. Zor da olsa servise yetişebilmişim.
Birkaç pürüz dışında her şey normal.
Ta ki her şey öğle arasında İzmir caddesinde soluğu alasıya kadar…
Herkes mi karşı olur insana…
Güzele yakın normal başlayan anormal devam eden nasıl biteceği belli olmayan bir gün….
Depresifim gene…
Ama bu sefer tek sorumlu Aysun.
Zaten çatasım var ona. Beni bırakıp gidiyor buralardan.
Akşamları uğrayasım gelmiyor artık. Kolay olsun yokluğuna alışmak diye. Ama bir tarafım da sayılı gün gidecek bir daha istesen de olmayacaklar diyor. Biz izinleri bile birlikte alalım da daha tahammülü kolay olsun buraların derken o tamamen gidiyor.
Biliyordum er ya da geç gidecekti. Hep gündemdeydi bu tayin işi. Hep üstünü kapatıp hiç olmayacakmış gibi davrandım, hissettim. Ama gidiyorlar işte….

Çok kötüyüm ….
Bir mucize olsa….
Bencilce düşünüyorum biliyorum.
Onun hayatı daha kolay olacak.
Daha yaşanılası bir şehirde geçecek ömrü….
Hem de benim doğduğum, büyüdüğüm, okuduğum şehre benim diğer yarımın olduğu şehre gidiyor. Hızlı trenle 1.5 saat… Ne var ki…
Demesi kolay…
Komsukarem, Efem gidiyor…
Çok kötüyüm çok…
Ama yapacak bir şey yok

Kuşkusuz bir çok dostum arkadaşım var beni buraya bağlayan. Ama komşum gidiyor.
Belki bir gün bana da Eskişehir yolları gözükür, belki gene komsu oluruz diye avutuyorum kendimi….
Avutuyorum işte…
Yapacak bir şey yok…
Çok kötüyüm çok.

Yolu, şansı açık olsun.
Daha da mutlu olsun inşallah...

zeynep

Göç Yolları

20.04.2011


Aynı şehirde yıllanıp kök salmak nasıl bir şey hiç bilmiyorum..
Bir kurumda tanıdıklarımı görüp de işlerimi daha seri yaptırdığımı da.
Hemşeri dayanışmasından nasibimi  alamadım hiç...
Her yerde yabancı her yerde gurbetteyim..

Nerelisin sorusu ömrüm boyunca cevaplamakta en zorlandığım soru oldu..
Şurda doğdum, şurda büyüdüm o köşede nefes aldım başka yerde kendimi buldum..
Böyle devam ediyor listem..

Başkalarının ezelden bildikleri 'en uygun çorap nerden alınır?' gibi bilgileri ben araya araya  ulaştım hep.
Bulunca da yeni bir kıta keşfetmiş gibi mutlu oldum..

Şimdi gene gitmek zamanı..
Bu şehirde biriktirdiklerimizi, dostluklarımızı geride bırakıp gidiyoruz..
Kendimizi temize çekerken, bir parçamızı da bırakıyoruz sanki.
Keşfedilecek yeni sokaklar, tanınması gereken yeni insanlar var.

Hiç ummadığım bir sokakta bir şey görüp sevineceğim belki, konuşmadan bakışımdan ne halde olduğumu anlayan dostlarımı geride bıraktığıma üzüleceğim.
Teknolojinin nazik kollarına bırakıcaz bir kez daha kendimizi,
Dertlerimizi sevinçlerimizi mail kuşlarına yükliycez.
Yeniden başlıycaz yeni ama eski bir şehirde..
Aysun

Yetişkin Uysallığı

Her gün işe geliyoruz, gidiyoruz..
Aynı dizileri seyredip, aynı yemeklerin etrafında dolanıp duruyoruz..
Konuşmalarımızı renklendirmek için dedikodu kazanına sarılıp, kısır döngülerimizde dön dön dönüyoruz..
Çocuklar kadar çok gülmeyip, artık hiçbir şeye şaşırmıyoruz..
Peki hiç mi birşeye heyecanlan mıyoruz..
Facebook'ta bulduğumuz ilkokul arkadaşımıza,
Kalabalıklar içinde aynı dilden konuşabildiğimiz birine,
Veya belki de benim gibi sevdiğimiz bir yazarın yeni kitabının çıkmasına..


Bugünkü heyecanımın nedeni bu çünkü. Hakan Günday'ın yeni kitabı Az'ın tanıtım yazılarını okudum bugün..
İplerimi koparasım, koşa koşa gidip kitabı elime alasım, kapağını sevesim ve  bu dünyanın içine giresim geldi.
Monotonluğumdan kurtulup hala bir şeylere heyecanlanabildiğim için sevindim.
Kendime yarın için bir amaç bulduğum için mutlu oldum.
Yetişkin uysallığı böyle bir şey çünkü. Doğduğumuzda türlü zenginliklerimiz olan bizler, eğitim sistemi ve toplum düzeni denen tornoda farklılıklarımızı geride bırakıp daha çok birbirimize benzemeye başlıyoruz.
Daha az neşeli, daha süprizsiz, daha heyecansız insanlara dönüşüyoruz.
En absürd haberlere bile şaşırmaz hale gelip, yanımızda davul patlasa tepki vermeyecek insanlar oluyoruz..
Hakan Günday, farklı bir yazar bu anlamda. Biraz karanlık biraz argo yazıyor, ama sıradan değil asla. Uysal değil, tornoya girmiş gibi hiç değil. Her kitabı karanlık bir kapı sanki..
Az kelime oyunuyla baştan cezbediyor insanı:
"Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi..."

Aysun

Geç kalmayasın..

Bir şey yap...
Güzel olsun.
Çok mu zor?
O vakit güzel bir şey söyle!
Dilin mi dönmüyor?
......Güzel bir şey gör..
Veya güzel bir şey yaz.
Beceremez misin?
Öyleyse güzel bir şeye başla; ama hep güzel olsun!
Çünkü "her insan ölecek yaşta.." geç kalmayasın..

hayatımızın odağına oturan faceden bir alıntı
unutulmasın istedim ...

zeynep
 

Küçük bir martıyla randevum vardı...

Ve işte evimdeyim…
Ama beni çağırıyordu;
Çengelköy,
Kanlıca ,
 
Rumeli Hisarı,
Ortaköy,
İstiklal,
Ve tabii ki en çok özlediğim, sevgilim..
Ne çok seviyorum seni
Sebebi nedir bilmiyorum ama ruhum değişiyor sanki
Gözlerim bi farklı bakıyor orada
O küçük kahvehanede bol köpüklü Türk kahvesi içmek
Kare kare fotograf cekmek
Doyamadığım anlardan ...
 
Ve tabii asıl sebebi ziyaretimiz bu masalsı kente
Küçücük dünya tatlısı bir martı
İlk zamanlarında yanında olmak istedim ki beni hiç unutma
Seni doğmadan sevdim
Ama seni hissetmek, görmek bir hafta da olsa büyüdüğünü görmek
Dünyada paha biçilemeyecek anlardan birkaçı
 
Küçücüğüm
İyiki geldin hayatımıza
Gelişin gibi ömrün boyunca nese, mutluluk getir
Annene, babana, seni seven, dörtgözle bekleyen herkese ve tabii ki halacıgına…
zeynep

Komşukarem İstanbul'da...

01.04.2011 tarihli yazı


Cuma öğle saati..
Fonda Ezginin Günlüğü çalıyor..
Mutluluk veriyor, umut veriyor, gözüme Kanlıca semtindeki pencere önü sardunyalarını getiriyor..
Boğazdaki sandalları, oltasını denize fırlatmış balıkçıları anımsatıyor..


Melodisi ruhumu okşuyor, tüm dış kuvvetlere inat yumuşatıyor kalbimi..
O zaman güneş ne güzel doğar..Bütün insanlar güzel, bütün çocuklar mutlu...' diyor..
' Gel yollara düselim, sirtinda yeditepenin
Ardina takiliverip bir tekir kedinin


Gel dalgaya düselim Sandalda raki içelim
Bir kötü arkadas edinip pesinde uçalim
Gel çocuklara soralim
Gel masallari gezelim
En güzel denizi bulup
suyunda yüzelim '' 
derken de yoldan çıkarıcı..



Masalsı bir ülkeye davet ediyor Ezginin Günlüğü..
Tüm zamanları mekanları soyutluyor..
Kanat taktırıp boğazın kenarına bırakıveriyor..
Komşukare şimdi o masalsı ülkede..İstanbul'da..
Minik bir meleği sevmeye gitti.
Dönüşte eli kolu minişin ve yarim İstanbul'un fotolarıyla gelecek inşallah..

aysun

Kahve kokulu kitaplar

29.03.2011 tarihli yazı

İnternetin hayatıma girmediği yıllardı,
Antalya'da ikamet eder, dinmek binmeyen yağmurlar puslu gökyüzü ve ergenlik ruhum arasında sıkışıp kalır, çareyi kendimi sokağa atmakta bulurdum.
Işıklar caddesinde Akdeniz Kitapevi vardı. Azcık kuytuda kalmış, loş merdivenlerden inilerek bodrumumsu bir yerde konuşlanmış bir kitapçıydı. Merdivenlerden inerken kitap afişlerine veya farklı posterlere göz atardınız..
Yer gök kitaptı, hepside benim aşkımdı. Sonsuz bir açlıkla bakardım o denize.

Keşfedilecek çok yazar, okunacak çok kitap vardı.

Küçüktüm ufacıktım şu yaşımdan bakınca, orası benim ruh hali değiştirme merkezimdi.
Sorardım ordaki çalışanlara, şunları şunları okudum ne okumalıyım. Bazen sadece içgüdüyle aldığım okuduğum kitaplardan koca bir dünya çıkardı ben de o dünyayı tek ben keşfemiş gibi mutlu olurdum.

En öncelikli hayalim üniversiteyi kazanıp o güzel şehiri geride bırakmak; en büyük hayalimse ilerde kendi kahve kokulu kitapçıma sahip olmaktı. Küçük kahverengi döşemeli bir kitapçı, yanlarında küçük masalar. Kenarda kahve pişirilen küçük bir mutfak. Ev yapımı keklerim. Yıllarca pişti bu hayalim, hala gerçeğe ulaşmış değil elbet. Hayal bu.. Yıllar içinde onca hayalin içinde yerini koruyan tek tük hayalden biri belki..Birçok kişinin ayrı ayrı kurduğu ortak bir hayal aslında..
Şimdi hala hayali gerçek edeceğim yıllara uzağım belki. Ama nereye gidersem gideyim kahvem ve kitabim yoldaşım oldu. Hayalim benimle birlikte geldi. Yeni dünyalara açılan pencereler, kaçışım oldu kitaplar. Kahvem sakinleştiricim, kendime geçtiğim ufak kıyağım oldu..Yapılacak işlere başlamak için ilk koşulum oldu..
Kahvem ve kitabim, göz kırpıyor gene bana..
aysun