8 Eylül 2011 Perşembe

Sevdiklerimize...

İnsan vardır, yüzü güler, gönlü cömert, ufku geniş; onunla oturdukça oturmak istersiniz; muhabbetinden keyif ve feyz alır, ilham bulur, farkında bile olmadan ne çok şey öğrenirsiniz. Yanından kalktığınızda az buçuk değişmiş, zenginleşmiş olarak yolunuza gidersiniz. Hafiflemiş olarak, rüzgarda tüy gibi. İçinizde bir gonca gül açılır, katmer katmer renklenir. Elinizde olmadan hayata gülümsersiniz. Gene görmek istersiniz o kişiyi ilk fırsatta yeniden buluşmak.

Sohbetine doyamaz, ruhunun dibini bulamazsınız, öylesine derin. Bir saklı cevherdir, ilk bakışta belli olmayan. Uçsuz bucaksız bir denizdir kıyılarına varılmayan; O kadar azdır ki böyleleri, bulunca ömür boyu dostluğunun ipini bırakmak istemez, kıymetini bilirsiniz; güzelliğini arayan bir mürit gibi, muhabbete susamış bir münzevi gibi, ateşe meyal pervane gibi etrafında inceik çemberler çizersiniz. Dostlukla hayranlıkla...


İnsanlar vardır, kem bakar, ağılı konuşur, habire şikayet yahut hakaret veya dedikodu halindedir; karalamayıs sever, başkasına leke çalmaktan kendine payeler biçer; kimseyi beğenmez, kendinden gayri; hiçbir yeniliği, farklılığı tasvip etmez; ayaklı sirke küpü, diken diken her sözü; dudaklarının ve gözlerinin etrafında senelerdir surat asmaktan, fesat bakmaktan oluşmuş çizgiler taşır lakin bilmez; köşe bucak kaçmak istersiniz böylesinin gölgesinden bile.

Ne var ki bazen o insan patronunuzdur. Ya da öğretmeniniz. Kapı komsunuzdur veya çalışma arkadaşınız yahut ağabeyiniz. Hemen hergün görmek zorunda kaldığınız. Belki de babanız ya da kayınvalideniz. Belki biricik eşiniz. Vaktiyle ne çok severek evlendiğiniz ama zamanla kalben, zihnen, ruhen ayrı düştüğünüz; gene bir türlü yüzleşemediğiniz, dürüstçe eleştirmediğiniz... Tavsamaya yüz tutmus bir ateş gibi kendi kendine tüten bir ilişki. Ne uzaklaşabilir ne katlanabilirsiniz. Ne olduğu gibi sevebilir ne hepten vazgeçebilirisniz.

Derken ondaki irin usul usul size de sireyet eder. Damla damla akar ruhunzua. Kangrendir ya olumsuz enerji hızla yayılır, sinsice; bir sağlam uzudan bir başkasına sıçrar, bir insandan berikine. Bir de bakarsınız ki aynen onun gibi konuşmakta, onun gibi meselelere yaklaşmaktasınız. İçinizde neşe kalmamış, solmuş gitmiş o terütaze bahar. Bir kuru ayaza kesmiş benliğiniz.

Siz de tıpkı onun gibi şikayet halindesiniz, yüzünüzde benzer çizgiler. Merak edersiniz; "Ben ne vakit böyle oldum. Hangi dönemeçte yitirdim inancımı, iyimserliğimi, cesaretimi, girişkenliğimi? Ben ne zaman vazgeçtim aşktan ve aşkı aramaktan? İçsel Yolculuklardan? Değişimden? Öğrenmekten? Büyümekten? Sahi ne zaman?"

Hiç düşünür müyüz etrafımızdaki, en yakınımzdaki insanların enerjisi bizi nasıl etkiliyor? Günbegün, aybeay, senebesene... Yahut tersine çevirelim soruyu: Bizdeki olumsuzluklar acaba onları nasıl etkiliyor? Sevdiklerimize verdiğimiz zararın bilincinde miyiz? Keşke ara ara kapsamlı bir tadilata girişsek benliğimizde, Keşke daha fazla ertelemeden ve samimiyetle bakabilsek içimize, Oradaki yanlışları, lüzumsuz hırsları, kabuk tutmuş yaraları tamahkarlıkları tek tek bulup ayıklayabilsek.

Bir tabela assak: "Sevdiklerime verdiğim zarar için özür diliyorum. Şu anda tadilat halindeyim, yenileniyorum..." Köhne binalar bile gençleşirken, kurumuş otlar bile tazelenirken, gerekli özen ve emekle şu hayatta her şey yenilenirken, insan nasıl değişmez, değişemez?

ve devam ediyor Elif Şafak Ramachandran adında bi bilim adamının yaptığı çalışmalardan....
tabiki ben yazmadım bu yazıyı ama ben kendimi ve içinde bulunduğum ruh durumunu bu kadar güzel yansıtamazdım. Sadece ilk iki paragrafı komsukareme ithafen yazacaktım ama yazdıkça diğer kısımları da yazmak geldi içimden, yazmadan edemedim... Çok özledim dostum seni, seninle sohbeti, kızılay yürüyüşlerini... herşeyi, her anı....

zeynep

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder