18 Ekim 2011 Salı

başlıksız..

Bu yıl sonbahar pas mı dedi, beni geçin direk kışdan devam edelim mi dedi..
Ben nerde ne kaçırdım..
Hani sarı yaprakların üstünde yaprak ezmece oyunu oynıycaktık,
atkılarımızı şallarımızı battaniyeye sarılır gibi değil de bir süre süs amaçlı kullanacaktık..
Romantik fiilimlerdeki sonbahar sahnelerindeki gibi salına salına yürüyecektik..
Küresel ısınma gerçeği ilkbaharı da sonbaharı da katletti galiba..
Buraya kış geldi, eskişehir çok soğukmuş heyhaat..

Dün akşam mutfakta klasik bir annelik anı olarak, mutfakta yemek yapıyor, Efe'ye şimdi git sonra gel muamelesi yapıyordum..
Bir baktım küçücük sesiyle kocaman bir şarkı söylüyor..
Kocaman derken, şarkı çizgifilm kahramanı Peppee'e ait..
İnsan sevdiğini neden üzer ki...
tokat değil de ne ki..

12 Ekim 2011 Çarşamba

Tutumlu olmak ;)

İçi dışı bir olmak...
hep doğru olan gibi öğretildi bize...
ama içini dısarıya tutumlu verenlerden olmayı da öğrenmek gerek galiba...
Ölmeden önce öğrenilmesi gerekenler listemin ilk sıralarında yer alıyor artık
birçok çıkmazı aşmayı kolaylaştırmak için denenmesi gereken bir yöntem belki de...
buraya yazıyorum bunu milat olsun benim hayatımda ;)

6 Ekim 2011 Perşembe

Halil Sezai Paracıkoğlu..

İlk dinlediğim de 'bu ne biçim şarkı' dedim..
Sonrasında, çok sevdiğim blog defdef'de tekrar rastladım onun şarkılarına..
Bu kez, 4/4 lük güllük gülistanlık ruh halimden çıkıp,
kara sulara çekilmiş gibi hissettim kendimi..
İçini söke söke söylüyor sanki..
Gitarın tellerine sıkıştırılmış sigara, yerde duran ince rakı bardağı..
Rakı ve sigarada gözü olmayan beni bile modern arabesk bir ruh haline soktu.
Nedense aklıma ilkokuldan beri çektiğim tüm aşk acıları geldi,
küçük osman misali hayattan yediğim tokatları hatırlayıp ağlamayı düşündüm.
Kısacası ben hala bu şarkıların sihrini idrak edemesem de son zamanlarda bu kadar dinleyici kitlesi edinen,
konserleri full çeken Halil Sezai Paracıkoğlu'nu tüm şaşkınlığımla izlemeye devam ediyorum..
işte burada...

30 Eylül 2011 Cuma

Aklımdaki Kitap

Bu kitaptan bahsetmeden edemeyeceğim. Hakan Günday'ın son kitabı AZ.
Geçen hafta boyunca bana bir saatlik yolculuğumun nasıl geçtiğini hissettirmeyen bu kitabı yeni bitirdim ama AZ-2 var deseler koşa koşa gider alıp bir nefeste okurum herhalde..

Hakan Günday'ı çok da fazla insan okumamıştır sanırım.
Ama her iyi yazar gibi yeni kitabını dört gözle bekleyen kendine özgü okuyucu kitlesi vardır.
Kinyas ve Karya, Zargana, Piç, Malafa, Azil, Ziyan ve son olarak ta AZ..


Argo ve şiddet sever, sürükleyici, kendine özgü dili olan kitaplar bunların hepsi. Yeraltı edebiyatı diyebilceğimiz pek de öyle mutlu mesut şeylerden bahsetmeyen kitaplar bunlar.



AZ'da iki Derda var..İki küçük çocuğun başına gelen olaylar tüylerinizi diken diken etmesine rağmen kitaptan uzaklaşamayacağınız bir nefeste okunacak bir kitap. Öyle ki kitapta her iyi şeyden sonra mutlaka kötü bir olay oluyor.



Kitabı okurken sanki Hakan Günday kitabı kulağıma okuyormuş gibi hissediyorum. Sanki hiç durmadan nefes almadan. Sanki konuşurmuş gibi yazmış. Hiç teklemeden...



Kitabın konusundan pek bahsetmek istemiyorum. Burda özetleyebilceğimden fazla ruh hali barındırıyor çünkü. Her okuyucunun beğenmeyeceği bu kara kitap, benim gibi Hakan Günday'ın tarzını sevenler için bir içimlik su gibi. AZ, son zamanlarda okuduğum en sürükleyici en iyi romanlardan biri çünkü..
AZ'ın bir diğer güzel yanı Oğuz Atay'ı misafir etmesi..
Şiddetle tavsiye edilir..

27 Eylül 2011 Salı

Hayat, hep böyle kal...

Tatilim güzel geçmiş
laylaylom geziyorum
pazartesi bile işe gitmek zor gelmemiş,keyfim yerinde,
kitabım bitmiş, yeni kitabımı secerken bile tatil sonrası güzel ruh halimi daha uzun korumak tek niyetim....

KISACASI MUTLUYUM.....



Sabah işe gelmişim, Komsukaremle iki lafın belini kırmışız, akşamın kritiklerini yapmışız...
Handem gelmiş kahvaltımızı etmişiz birlikte....
İşe güce başlamadan son dakika bir de müneccime bakmışım , alışkanlık da değil ama nedense bugün bi bakasım geldi...

Bugün kalbiniz iş ve aşk için atacak. İş hayatınızda büyük ilerlemeler kaydediyor ve hayranlık topluyorsunuz. Bununla da yetinmek istemiyorsunuz. Gözünüz hep daha yukarılarda. Duygusal bağlamda da parlak günler sizi bekliyor. Kararlarınızı verirken duygularınızın sesine kulak verin. Küçük sürprizler, hediyeler var.

Daha da enerjim yerine geliyor. Bloğumu açıp iki satırda not etmek istiyorum bunları, hep kötü ruh halinden bahsetmeyelim değil mi....



Sonra aklıma geçen gün arkadaşımın rüyası geldi hemen rüya tatbirlerine bakıverdim...
Zaten olumluya yormuştum, kahkahalar içinde görmüş beni. Rüya tabirlerinde olumsuz da yorumlasa umrumda değil olumlu şeyler de yazmış.... Ben sadece bu kısmı alıyorum cebime....

Hiç niyetim yok keyfimi bozmaya....

zeynep

20 Eylül 2011 Salı

Bilenler Bilmeyenlere söylesin..

Bu yazın bir günüydü..
Annemin minik evinde eski kasetçaların altındaki dolapta bizim eski günlerimize ait kasetlerin olduğu yerden onun kasetini aldım..
Turgut Berkes, Karakutu..

Ne kadar az ne kadar çok kişi bilir, dinlemiştir onu..
Ekşisözlüğün söylediğine göre, maddiyat peşinde koşmayan şarkılarını aracısız internet üzerinden dağıtan Turgut Berkes, yaşamını çevirmenlikle kazanıyor ayaklı kütüphane gibi dolaşıp bir çok meziyeti bünyesinde barındırıyordu.
Gözünü sevdiğimin interneti beni Turgut Berkes'in kişisel bloğuna götürdü. Ve orda başka kaliteli işle ortak noktayı buldum. Turgut Berkes bu kez çevirmen kişiliğiyle, sevilen insan İhsan Oktay Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası'nın çevirisini yapıyormuş tam da bu zamanlar..
THE ATLAS OF MISTY CONTINENTS adıyla çevrilen Puslu Kıtalar Atlası nasıl diyim çok sevdiğim kitabı tekrar mı okusam, eve gidip sarılsam mı diye düşünceler geçirtti içimden..
http://turgutberkes.blogspot.com/ adresinden kendi bloğuna ulaşabilir,
Yolunuz düşerse şuradan dinleyip,buradan seyreyliyebilirsiniz..