30 Eylül 2011 Cuma

Aklımdaki Kitap

Bu kitaptan bahsetmeden edemeyeceğim. Hakan Günday'ın son kitabı AZ.
Geçen hafta boyunca bana bir saatlik yolculuğumun nasıl geçtiğini hissettirmeyen bu kitabı yeni bitirdim ama AZ-2 var deseler koşa koşa gider alıp bir nefeste okurum herhalde..

Hakan Günday'ı çok da fazla insan okumamıştır sanırım.
Ama her iyi yazar gibi yeni kitabını dört gözle bekleyen kendine özgü okuyucu kitlesi vardır.
Kinyas ve Karya, Zargana, Piç, Malafa, Azil, Ziyan ve son olarak ta AZ..


Argo ve şiddet sever, sürükleyici, kendine özgü dili olan kitaplar bunların hepsi. Yeraltı edebiyatı diyebilceğimiz pek de öyle mutlu mesut şeylerden bahsetmeyen kitaplar bunlar.



AZ'da iki Derda var..İki küçük çocuğun başına gelen olaylar tüylerinizi diken diken etmesine rağmen kitaptan uzaklaşamayacağınız bir nefeste okunacak bir kitap. Öyle ki kitapta her iyi şeyden sonra mutlaka kötü bir olay oluyor.



Kitabı okurken sanki Hakan Günday kitabı kulağıma okuyormuş gibi hissediyorum. Sanki hiç durmadan nefes almadan. Sanki konuşurmuş gibi yazmış. Hiç teklemeden...



Kitabın konusundan pek bahsetmek istemiyorum. Burda özetleyebilceğimden fazla ruh hali barındırıyor çünkü. Her okuyucunun beğenmeyeceği bu kara kitap, benim gibi Hakan Günday'ın tarzını sevenler için bir içimlik su gibi. AZ, son zamanlarda okuduğum en sürükleyici en iyi romanlardan biri çünkü..
AZ'ın bir diğer güzel yanı Oğuz Atay'ı misafir etmesi..
Şiddetle tavsiye edilir..

27 Eylül 2011 Salı

Hayat, hep böyle kal...

Tatilim güzel geçmiş
laylaylom geziyorum
pazartesi bile işe gitmek zor gelmemiş,keyfim yerinde,
kitabım bitmiş, yeni kitabımı secerken bile tatil sonrası güzel ruh halimi daha uzun korumak tek niyetim....

KISACASI MUTLUYUM.....



Sabah işe gelmişim, Komsukaremle iki lafın belini kırmışız, akşamın kritiklerini yapmışız...
Handem gelmiş kahvaltımızı etmişiz birlikte....
İşe güce başlamadan son dakika bir de müneccime bakmışım , alışkanlık da değil ama nedense bugün bi bakasım geldi...

Bugün kalbiniz iş ve aşk için atacak. İş hayatınızda büyük ilerlemeler kaydediyor ve hayranlık topluyorsunuz. Bununla da yetinmek istemiyorsunuz. Gözünüz hep daha yukarılarda. Duygusal bağlamda da parlak günler sizi bekliyor. Kararlarınızı verirken duygularınızın sesine kulak verin. Küçük sürprizler, hediyeler var.

Daha da enerjim yerine geliyor. Bloğumu açıp iki satırda not etmek istiyorum bunları, hep kötü ruh halinden bahsetmeyelim değil mi....



Sonra aklıma geçen gün arkadaşımın rüyası geldi hemen rüya tatbirlerine bakıverdim...
Zaten olumluya yormuştum, kahkahalar içinde görmüş beni. Rüya tabirlerinde olumsuz da yorumlasa umrumda değil olumlu şeyler de yazmış.... Ben sadece bu kısmı alıyorum cebime....

Hiç niyetim yok keyfimi bozmaya....

zeynep

20 Eylül 2011 Salı

Bilenler Bilmeyenlere söylesin..

Bu yazın bir günüydü..
Annemin minik evinde eski kasetçaların altındaki dolapta bizim eski günlerimize ait kasetlerin olduğu yerden onun kasetini aldım..
Turgut Berkes, Karakutu..

Ne kadar az ne kadar çok kişi bilir, dinlemiştir onu..
Ekşisözlüğün söylediğine göre, maddiyat peşinde koşmayan şarkılarını aracısız internet üzerinden dağıtan Turgut Berkes, yaşamını çevirmenlikle kazanıyor ayaklı kütüphane gibi dolaşıp bir çok meziyeti bünyesinde barındırıyordu.
Gözünü sevdiğimin interneti beni Turgut Berkes'in kişisel bloğuna götürdü. Ve orda başka kaliteli işle ortak noktayı buldum. Turgut Berkes bu kez çevirmen kişiliğiyle, sevilen insan İhsan Oktay Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası'nın çevirisini yapıyormuş tam da bu zamanlar..
THE ATLAS OF MISTY CONTINENTS adıyla çevrilen Puslu Kıtalar Atlası nasıl diyim çok sevdiğim kitabı tekrar mı okusam, eve gidip sarılsam mı diye düşünceler geçirtti içimden..
http://turgutberkes.blogspot.com/ adresinden kendi bloğuna ulaşabilir,
Yolunuz düşerse şuradan dinleyip,buradan seyreyliyebilirsiniz..

18 Eylül 2011 Pazar

Tadilattayım :D

Tadiattayım, yenileniyorum....
Yeni fotoğraflarla gelecem, gerçi eskileri de paylaşabilmiş değilim henüz, farkındayım. Ama koca bir kış var önümüzde yaz fotoğraflarına ihtiyacımız olacak...

16 Eylül 2011 Cuma

Elif Şafak-kolik

Malum bu hatunu çok severim, onun kitaplarına söz ettirmem, fahri basın danışmanı gibi ortalıkta dolanıp yerel merkezdeki onla ilgili sorulara cevap veririm. Komşukaremle bu aralar  daha bir çok konuşur olduk onun hakkında.
Ben köy otobüsünde tıngır mıngır giderken bile teknoloji vasıtasıyla kitaplarını tartıştık, İskender'i masaya yatırdık kaldırdık okuduk bitirdik. Aramızdaki kilometrelere inat, beyinlerimizin onun etrafında döndü..
Sonra.. dün eve gittim. Haftasonundan kalma gazeteye göz attım. Gazetedeki köşe yazısını okudum..
Gözlerim kalem aradı, sonra defter..O küçücük gazete parçasındaki cümleleri not etmek istedim..
Hani benim derdim, sevdiğim cümlelerin kaybolmasıydı ya, iskender de buladım demiştim ya..
Baktım yerli yerindeymiş hala..Orada duruyormuş..



Canım gene Elif Şafak okumak istedi. Keşke dedim, kıyıda köşede zor günlerde okunmak üzere bir kitabını bıraksaydım..Ne kadar bencilce ve de anlayışsızca sanki kolay o kitapları yazmakmış gibi daha çok üretse de ben hep okusam dedim..Ama okumuşum hepsini ilk günden..
Hainlik belki, biz okurların talep ettiği gibi yazmasını beklemek..
Ama işte özlediğin bir arkadaşa sarılmıak gibi birşey benim ki..

...Biz kadınlar güzel yama yapar, leke çıkarır, kırıkları onarır, -mış gibi yaparız. Bu esnada habire açıklamalarda bulunuruz kendimize. Bir savunma halindeyiz gece gündüz. Ya suçluluk duyuyoruz , elimizde matkaplar oyuyoruz vicdanımızı, işlemediğimiz günahlardan bile kendimizi mesul tutmanın yollarını buluyoruz ya, bravo bize; yahut da defans da duruyor, sevdiğimizi aslanlar gibi kaplanlar gibi savunuyoruz, sadece dış dünyaya değil, en çok da kendimize karşı, kendi yüreğimize..

İskender

 

 Elif Şafak ve yeni kitabı: İskender..
Bu sefer bir Elif Şafak kitabı karşısında sevip sevmemek arasında kalakaldım.
Beni tanıyanlar Elif Şafak'ın kitaplarını ne çok sevdiğimi bilirler..Mahrem'in yeni çıktığı günlerden beri onu okurum her yeni kitabını dört gözle beklerim.
Okuyucunun yazarı ve kitaplarını fazlasıyla sahiplendiği durumlardan biridir benimkisi.
Bu sefer kitabın içine girişim uzun sürdü. Bir türlü kitaba kendimi kaptıramadım, kendimde buldum kabaati ama kitabı okumakta olan arkadaşlarımdan da benzer serzenişler durunca kitabın örgüsüne verdim bu durumu. Farklı karakterleri tanımakla geçiyor kitabın büyük bölümü. Onların farklı zamanlardaki yüzlerini görüyoruz. Kitap belkide son 50 sayfada birbirine bağlanıp insanın kafasında oturuyor. İnsanın yüreğine bir taş koyarak bitiyor.


İskender, Elif Şafak'ın birey olarak hayatta geldiği noktanın ürünü belkide. Pinhan, Mahrem gibi öğrencilik yıllarının bir ürünü değil. Araf gibi başka kıtalarda yaşamanın izdüşümlerini görebileceğimiz bir kitap da değil.
Evlenmiş, anne olmuş, erkek çocuğu sahibi olmuş bir kadının kitabı belkide. 'Erkek çocukları yetiştirenlerin gene anneler olduğu'  olgusu ile ülkemizdeki kadın cinayetleri  arasında daha gerçek bir kitap. Daha bize dair belki daha piyasaya yönelik bir kitap..
Yaşadıkları onu bu kitabı yazmaya mı getirmiştir yoksa tercihleri artık daha çok kişiye ulaşmaktır bilmiyorum. Kadın cinayetlerini işlemesi saygıya değer. 'Sultanım, Aslanım' die severek büyüttüğümüz oğullarımızın gün gelip namus adına karşımıza çıkabildiğini, bunda bizim yetiştirme yöntemimizin de payı olduğunu vurgulaması düşündürtücü.

Ama istemeden söylüyorum ben Elif Şafak kitabı tadını bulamadım bu kez. Hasretle beklediğim kitap bu kez gönlümü doyurmadı. Karakterlerin hiçbiri beynimde uzun süre yer etmedi. Dahası daha az altını çizdim bu kez kitabın.
Oysa,  Elif Şafak benim ifade edemediğim cümlelerin kurucusudur, kelimelerle süsleyendir. Cümleler daha sade geldi  bu kez. Masalsı cümleleri bulamadım. Elif Şafak'ın yazım tarzını okadar çok severim ki, hala onun kitabına kötü bir şey demeye dilim varmıyor. Ancak, belki kitabın İngilizce yazılıp sonrasında Türkçe'ye çevrilmesinden ( yazar böyle yazmayı tercih ettiğini söylüyor) belki de gene kendisinin röportajlar da ifade ettiği üzere kitabı daha uzun yazıp sonra bazı bölümleri çıkardığından aradığımı bulamadım ..
Kitabı okumak isteyenlere nacizane tavsiyem Elif Şafak'ın Milliyet kitapta çıkan röportajını okumaları olacak. Kitap  kendini böylece daha kolay açacak..

15 Eylül 2011 Perşembe

Günün Şarkısı

Bozuk bir köy yolu,
fonda çalan bu şarkı...
Otobüstekiler yarı uyanık yarı somurtkan..
Şarkı yüksek sesle çalsa, herkes ayağa kalksa hoplasa zıplasa.
Otobüsten yollara insek..
Herkesin yüzünde gülen maskeler olsa..
Falan filan..

14 Eylül 2011 Çarşamba

Bilmem ki neden..

Güzel bir kitap okumalı farklı düşünmeni sağlayan..
Güzel bir film seyretmeli başka hayatlara götüren..
Güzel bir şarkı dinlemeli içini pır pır ettiren..
Bir dostun yanına ışınlanmalı..
Elimde minik fındıklı çikolatalarla..
Bir kahve içmeli..

8 Eylül 2011 Perşembe

Tavsiye: Fatatuka

Yazamadığımız günlere inat ikinci yazımı yazıyorum bugün. Başta komsukaremle olmak üzere paylaşmadan duramayacağım bir blog keşfettim. Belki bir çoğunuz biliyorsunuz ya da Elif Şafak'ı takip edenlerin bildiği bir blog. http://fafatuka.wordpress.com/  Fatatuka'nın çok eğlenceli bir üslubu var ve de yazdıklarıyla, bilgisi ve donanımı ile insanı etkiliyor. Ben çok beğendim. Tavsiye etmeden duramadım.

zeynep

Sevdiklerimize...

İnsan vardır, yüzü güler, gönlü cömert, ufku geniş; onunla oturdukça oturmak istersiniz; muhabbetinden keyif ve feyz alır, ilham bulur, farkında bile olmadan ne çok şey öğrenirsiniz. Yanından kalktığınızda az buçuk değişmiş, zenginleşmiş olarak yolunuza gidersiniz. Hafiflemiş olarak, rüzgarda tüy gibi. İçinizde bir gonca gül açılır, katmer katmer renklenir. Elinizde olmadan hayata gülümsersiniz. Gene görmek istersiniz o kişiyi ilk fırsatta yeniden buluşmak.

Sohbetine doyamaz, ruhunun dibini bulamazsınız, öylesine derin. Bir saklı cevherdir, ilk bakışta belli olmayan. Uçsuz bucaksız bir denizdir kıyılarına varılmayan; O kadar azdır ki böyleleri, bulunca ömür boyu dostluğunun ipini bırakmak istemez, kıymetini bilirsiniz; güzelliğini arayan bir mürit gibi, muhabbete susamış bir münzevi gibi, ateşe meyal pervane gibi etrafında inceik çemberler çizersiniz. Dostlukla hayranlıkla...


İnsanlar vardır, kem bakar, ağılı konuşur, habire şikayet yahut hakaret veya dedikodu halindedir; karalamayıs sever, başkasına leke çalmaktan kendine payeler biçer; kimseyi beğenmez, kendinden gayri; hiçbir yeniliği, farklılığı tasvip etmez; ayaklı sirke küpü, diken diken her sözü; dudaklarının ve gözlerinin etrafında senelerdir surat asmaktan, fesat bakmaktan oluşmuş çizgiler taşır lakin bilmez; köşe bucak kaçmak istersiniz böylesinin gölgesinden bile.

Ne var ki bazen o insan patronunuzdur. Ya da öğretmeniniz. Kapı komsunuzdur veya çalışma arkadaşınız yahut ağabeyiniz. Hemen hergün görmek zorunda kaldığınız. Belki de babanız ya da kayınvalideniz. Belki biricik eşiniz. Vaktiyle ne çok severek evlendiğiniz ama zamanla kalben, zihnen, ruhen ayrı düştüğünüz; gene bir türlü yüzleşemediğiniz, dürüstçe eleştirmediğiniz... Tavsamaya yüz tutmus bir ateş gibi kendi kendine tüten bir ilişki. Ne uzaklaşabilir ne katlanabilirsiniz. Ne olduğu gibi sevebilir ne hepten vazgeçebilirisniz.

Derken ondaki irin usul usul size de sireyet eder. Damla damla akar ruhunzua. Kangrendir ya olumsuz enerji hızla yayılır, sinsice; bir sağlam uzudan bir başkasına sıçrar, bir insandan berikine. Bir de bakarsınız ki aynen onun gibi konuşmakta, onun gibi meselelere yaklaşmaktasınız. İçinizde neşe kalmamış, solmuş gitmiş o terütaze bahar. Bir kuru ayaza kesmiş benliğiniz.

Siz de tıpkı onun gibi şikayet halindesiniz, yüzünüzde benzer çizgiler. Merak edersiniz; "Ben ne vakit böyle oldum. Hangi dönemeçte yitirdim inancımı, iyimserliğimi, cesaretimi, girişkenliğimi? Ben ne zaman vazgeçtim aşktan ve aşkı aramaktan? İçsel Yolculuklardan? Değişimden? Öğrenmekten? Büyümekten? Sahi ne zaman?"

Hiç düşünür müyüz etrafımızdaki, en yakınımzdaki insanların enerjisi bizi nasıl etkiliyor? Günbegün, aybeay, senebesene... Yahut tersine çevirelim soruyu: Bizdeki olumsuzluklar acaba onları nasıl etkiliyor? Sevdiklerimize verdiğimiz zararın bilincinde miyiz? Keşke ara ara kapsamlı bir tadilata girişsek benliğimizde, Keşke daha fazla ertelemeden ve samimiyetle bakabilsek içimize, Oradaki yanlışları, lüzumsuz hırsları, kabuk tutmuş yaraları tamahkarlıkları tek tek bulup ayıklayabilsek.

Bir tabela assak: "Sevdiklerime verdiğim zarar için özür diliyorum. Şu anda tadilat halindeyim, yenileniyorum..." Köhne binalar bile gençleşirken, kurumuş otlar bile tazelenirken, gerekli özen ve emekle şu hayatta her şey yenilenirken, insan nasıl değişmez, değişemez?

ve devam ediyor Elif Şafak Ramachandran adında bi bilim adamının yaptığı çalışmalardan....
tabiki ben yazmadım bu yazıyı ama ben kendimi ve içinde bulunduğum ruh durumunu bu kadar güzel yansıtamazdım. Sadece ilk iki paragrafı komsukareme ithafen yazacaktım ama yazdıkça diğer kısımları da yazmak geldi içimden, yazmadan edemedim... Çok özledim dostum seni, seninle sohbeti, kızılay yürüyüşlerini... herşeyi, her anı....

zeynep